Atatürk toplumu ve ideoloji
17/08/2007
Eski Dışişleri Müsteşarı Özdem Sanberk'in Radikal gazetesinin 9 Ağustos'taki Yorum sayfasında çıkan yazısı, son dönemde ehil olmayan ellerde çarçur edilen Atatürk'ün mirasını doğru biçimde sahiplenmeyi...
KAAN BENLİ (Arşivi)
Eski Dışişleri Müsteşarı Özdem Sanberk'in Radikal gazetesinin 9 Ağustos'taki Yorum sayfasında çıkan yazısı, son dönemde ehil olmayan ellerde çarçur edilen Atatürk'ün mirasını doğru biçimde sahiplenmeyi önermesi bakımından dikkat çekiciydi. Özdem Sanberk bu yazıda çok elim bir hatayı, Atatürkçülüğün statik ve dogmatik bir ideoloji gibi öğretilmesini eleştirmiş, Atatürk'ün mirasının temelinde bir evrensellik ideali olduğunun altını çizmişti. Aynı gün İsmet Berkan da köşesinde yanlış sahiplenmeyi hedef alan sorular soruyor, seçim sonuçları üzerinden bu dogmatik bakışı eleştiriyordu. Bir gün önceki Yorum sayfasında ise CHP milletvekili Zeynep Damla Gürel'in içinde bir miktar da sitem içeren bir CHP özeleştirisini okumuştuk, her üç yazı da aslında bu mirası benimseyenlerin içine düştüğü katı ideoloji tuzağını işaret ediyordu. Bu tuzağa düşenlerin sayısının hayli arttığı bir dönemde, kafa karışıklığını gidermek açısından önemliydiler.Atatürkçülüğü artık onu bir ideolojiye indirgeyen, kısıtlı bir çerçeve içine hapsedilmiş bir düşünme sistemi olarak değil, tam tersine etkileşimli, açık bir sistem olarak tartışmaya açmak gerekiyor. Zira gerçekte bu düşünce ta en başından beri, halen CHP'nin de simgesi olan 6 Ok ile, uçları yeri ve zamanı geldikçe gerçekleşecek değişimi ve devrimi simgeleyen bir idealitenin kendisidir. Bu idealiteyi bir ideoloji olarak anlamak, Atatürkçülüğü de Kemalizm gibi bazı kitlelerin istismarına açık hale getirmektedir. Büyük bir düşünür ve toplumbilimci olan Mustafa Kemal'i öncelikle onun toplum düşüncesi üzerinden yorumlamak ve açıklamak durumundayız, aksi halde onu kalkan eden patafizik tefsirlerden başımızı alamayacağız. Toplum tahayyülüAtatürkçülüğün statik ve dogmatik bir ideoloji olarak algılanması aslında hayli ironik. Onun tekbiçim bir toplum hayal ettiğini sanmak ise düpedüz şaşkınlık. Zira Mustafa Kemal toplumun insan vücudu gibi, ekosistem gibi, dışarıdan işine karışılmadıkça kendi kendine büyüyüp gelişen, gerektikçe iyileşme ve yenilenme yapan kompleks bir sistem olarak çalıştığına inanıyordu. Bu tarzda oluşan bütünün onu oluşturan elemanların birbirlerine eklenerek oluşturacakları toplamdan çok daha büyük bir içeriğe ve güce sahip olduğunu kavramış bir dâhiydi. Böyle oluşmamış toplumların zaman içinde yozlaşacağını ve sadece kendi çıkarlarını düşünen birimler halinde dağılacağını öngörüyordu. İyi oluşmuş toplumlarda bütünlüğü sağlayan, tekilleri birbirinden ayrılmaz ve birbirini tamamlar yapan unsurun yine bu parçaların birbirleri ve çevreleriyle kurdukları sağlıklı ilişkilerdir. Bir toplumun sağlıklı olması, kendi içinde iyi çalışması, dışarıdakiler ile iyi ilişkiler kurabilme yeteneği edinmesi, onu oluşturan parçaların fizyolojik, psikolojik ve düşünsel sağlığının yerinde olması, yine aynı parçaların tüm doğal özelliklerin gelişmiş olması ile mümkündür. Ancak bu şekilde kitleler aşağıdan yukarıya doğru, sağlıklı bir iletişim ve işbirliği içinde, olabildiğince farklılıklarından faydalanarak, kendi kendilerine organize olarak bütünleşebilirler. Mustafa Kemal bu anlattıklarımızı Nutuk'ta "Fertler mütefekkir (düşünür) olmadıkça, hukukunu müdrik (aklı ermiş) bulunmadıkça, kütleler istenilen istikamete, herkes tarafından iyi veya fena istikametlere sevkolunabilirler. Kendini tahlis edebilmek için her ferdin mukadderat ile bizzat alâkadar olması lâzımdır. Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir müessese elbette rasin (dayanıklı) olur" şeklinde ifade etmiştir. Mustafa Kemal'i bir imgeye indirgemek ise çok deterministik bir yaklaşım olacaktır. Bu onu basit bir sistem adamı yapar ve onun kompleks (mürekkep) sistem anlayışını herkesten önce algılamış ve uygulamaya koymuş olmasını görmezden gelmek olur. Büyük nutku dikkatlice okumak onun 'içine kapalı' sistemlerin tam karşısında saf tuttuğunu anlamaya yeterlidir. Yine Nutuk'ta "Şüphe yok, her fiilin başlangıcında aşağıdan yukarıya doğru olmaktan ziyade yukardan aşağıya olması zarureti vardır" demiştir. Ancak bunun bir süreç olduğunu, bir ilk hareket olduğunu, tek başına bir anlam ifade etmeyeceğini yine aynı paragrafın içinde "Birincisinin tecellisinde bütün insanlık için gayeye usul (ulaşma) müyesser (nasip olma) olmuş olurdu. Böyle olmanın imkânı ameli ve maddisi henüz bulunamadığından bazı müteşebbisler, milletlere verilmesi lazım gelen istikametin ifasından delâlette (kılavuzluk) bulunuyorlar" şeklinde devam etmiştir. Bu noktada, Mustafa Kemal için bu kılavuzların toplumu dönüştürecek ilk hareketi vermekle mükellef olduklarını görüyoruz, onun meselesi, bakışı her zaman toplumun bütününe odaklıdır "Biz memleketimiz dahilindeki seyahatlerimizde bittabi birinci tarzda başlamış olan teşkilatı milliyemizin mebdei hakikiye (gerçek noktası), ferde kadar indiğini ve oradan tekrar yukarıya doğru hakiki taazzuvatın (bütünleşmenin) başladığı kemali şükranla gördük" demesi yukarıda detayına indiğimiz kompleks sistem düşüncesinin açıkça ifadesidir. Mustafa Kemal ve KemalizmMustafa Kemal'i kısıtlı ya da kasıtlı bilgiyle sahiplenmek kadar, yine aynı kafa karışıklığı içinde (Kemalizm'i ona mal ederek) yapılan Kemalizm eleştirileri de son derece can sıkıcıdır. Bu tutum Mustafa Kemal gibi aydınlık bir lideri otokratik bir figüre indirgemekte, böylelikle yine donuk ve kısır bir devrim kavramını Türkiye tarihine dayatmaktadır. Bu indirgeme Türkiye'yi Batı siyaset biliminin düşünsel ve bilgisel kısıtları içinde açıklama kolaycılığından kaynaklanıyor olabilir -bu maalesef yeni bir akademik eğilim gibi duruyor. Böylelikle, Türkiye'yi Batı'da kolay anlaşılır bir formülle çözümleyerek, bu ülkenin bundan sonraki yolculuğunda Batı entelijansiyasını hakem olarak atamak, yeri geldikçe onlarca desteklenecek, onaylanacak ipuçları bulmak kolay olacak sanılıyor. AKP'nin büyük çapta ekonomik çıkarlar doğrultusunda hareket eden batı iktidarları nezdinde kazandığı sempatiyi, batı halklarına yaymaya çalışmak mazur görülebilir kuşkusuz; ancak bu çaba içindeyken Mustafa Kemal'i paranteze almamak gerekir. Yazar Mustafa Akyol 25 Temmuz'da 'The Wall Street Journal'da 'Türkiye'nin Liberal Olmayan Laikleri' başlıklı yazısında, Mustafa Kemal'in evrenselliğini, onun halkın gücüne dayanarak demokrasiye ve liberalliğe yönelmesini, halen doğru yolda seyretmese de CHP'nin kuruluş zamanında en uygun ve ilerici biçimde konuşlanmış olan oklarını yok sayıyor mesela. Oysa o oklar halkın kafasında sonsuza açılan, değişime açık bir düşünme ve işlem felsefesini barındırmayı amaçlamaktadır. AKP dahi mecazi manada olduğu kadar gerçekte de- o oklar sayesinde bir kitle partisine, bir sistem partisine dönüşebilmiştir. Yazar Akyol bu yazıda Mustafa Kemal'i politik teorisi olmayan bir askeri lider olarak takdim ederken ister istemez onun değişmez ideolojilere kapalı, ama her durumu gerektiği gibi değerlendirmeyi yeğleyen açık kafalı bir stratejist olarak hakkını teslim ediyor. Ancak şüphesiz değişmez ideolojilere muhalif Mustafa Kemal, bir askeri figür olmazdan önce, önemli bir özgürlükçü, önemli bir düşün adamıdır. Mustafa Kemal'in toplum oluşumu düşüncesine yoğunlaşmak, hem iktidar hem de muhalefet partilerine önümüzdeki dönemde önemli açılımlar yapma imkânı sağlayabilir. Biri bir diğerini etkileyerek hareket etmeye başlayan ve Türkiye'nin temel dinamiklerine dönüşen AKP ve CHP onun her bakımdan çeşitliliği içeren 'Halkçılık' kavramından bu dönemde özellikle istifade edebilirler. Böylelikle Türk toplumunun zaman içinde ve gerektiği biçimde kendi kendini yenileme gücünü devam ettirebilir, temel meselelerine çözüm üretebilirler. Ancak öncelikle her iki partinin de -şüphesiz yeniden yapılanması gereğiyle ilkin CHP'nin- Mustafa Kemal'in toplumsal idealizmini doğru anlamaları gerekmektedir. (Bu makale emekli UN/FAO Müşaviri Ayten Aydın' ın (Y.Mühendis./Antropolojist) katkılarıyla hazırlanmıştır.)Kaan Benli: Araştırmacı yazar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder