25 Kas 2008

Küresel refah'a nüfus baskısı

'Küresel refah'a nüfus baskısı

23/05/2006

'Doğru düzgün bir dünyada yaşayabilmek için, salgından sonra sağ kalan her bir kişinin en az dokuz ölüyü gömmesi gerekiyor.'

KAAN BENLİ (Arşivi)

'Doğru düzgün bir dünyada yaşayabilmek için, salgından sonra sağ kalan her bir kişinin en az dokuz ölüyü gömmesi gerekiyor.' Bu tümce Teksaslı bilim adamı Eric. R. Pianka'nın 1 Nisan'dan bir gün önce Teksas Bilimler Akademisi'ndeki 'Kıyamet Günü' başlıklı konuşmasından alıntı. Aksi halde çok kısa bir sürede dünyanın bu insan popülasyonunun yükünü taşıyamayıp tamamen yok olacağını ileri sürüyordu Pianka. İnsan popülasyonunun azaltılması için hangi ölümcül virüsün kullanılması gerektiği konusunda dinleyicilerine bir de ciddi sunum yapıyordu. Bahar aylarında Batı basınında hararetle tartışılan o mesajdan çok bu sunumun içeriğiydi. Yani ebola virüsünün bir kerede insan nüfusunun yüzde 90'ını yok edip edemeyeceği. Konferanslarında sık sık 'kimsenin duymak istemediği ama herkesin bilmesi gereken şeyler' olduğunu yineleyen Pianka aslında bu kıyımın detaylarını tartışmayı hedeflememişti şüphesiz. Yapmaya çalıştığı insanlığı sarsıp bir gerçekliğe ayılmasını sağlamaktı. Kendimizi evrenin merkezi olarak algılama (antroposentrizm) yanılgımız yüzünden sonumuzu hazırladığımızı, kaynakları tüketip yok olmak üzere olduğumuzu vurgulamaya çalışıyordu.Peş peşe felaketlerBir süredir toplumların nevroz derecelerini işaretleyen kötü emareler dünya gündemini işgal ediyor zaten. Akıl almaz bir ardıllıkta gelişiyor tüm fenalıklar. Türkiye'de gazetelerin son bir senedeki ön sayfalarına göz attığımızda, kendisini korumakta güçlük çeken hemen her canlının bir tür tehdit altında olduğunu görüyoruz. Yaşlılar soyuluyor, çocuklar öldürülüyor, kadınlara uygulanan şiddet envai çeşitleniyor; bunlara gücü yetmeyenler sokak köpeklerini boğazlayıp, yıllanmış ağaçları doğruyorlar. Toplumda yıllardır bastırılmış tüm kötücül güdüler bir anda bilinç yüzeyine doğru hareketlendi sanki. Şiddet olayları dünya gündeminde de kanıksandı çoktandır. Ülkemizde sevilen tabiri ile birileri düğmeye bastı kürede: Basılan düğme ise 'birey öz değerini yok etmekten' ibaret. Farklı biçimleri ile sanayileşmesi süren ülkeler başta olmak üzere -nüfus devinimi olan coğrafyalarda bu patoloji yaşanmakta/ yaşanacak: Kapitalizmin yan etkileri küre dar geldikçe uç veriyor. Görünüşe göre siyasetin her köşesinde tabu kabul edilip de sağduyunun her kertesinde konu başlığı olan bir kavrama, küreselleşen kapitalizmin tek gerçek panzehiri nüfus planlamasına değerince akıl düşürmenin vakti gelmiştir. Pianka'nın şakayı andıran sunumu aslında bir işaret fişeği. Zira popülist zeminin sürekli dışarı kaydıracağı bu projeyi tartışmak pek kolay değil. Münazaracılar insanlık seviyesi yerle bir olsa dahi bu çıkışı hep gayriinsani buldular. Oysa nüfus planlamasının ahlaki analizi her devirde çok su götürürdü. İçine doğduğumuz, doğanın ardından insanın da özneliğini yitirmesi sürecinde çoğalmak yerküre için bir tür metastaz değil mi? 2000'lerde hangi ulvi neden çocukları siper etmeyi veya onlara işkence yapmayı mümkün kılabilir? İşin doğrusu bu bir önemsizleşme sürecidir; kümülatif acı ile hesaplanma süreci yani. Tüketmek için üremeye devam etmemizin sonucudur. Birinci dünyanın el freni çekik nüfus artışının ihmal edilebilirliği, bundan önemlisi genişlemek için daha çok insana ihtiyaç duyan kapitalizmin buralardan yeşermiş olması: küresel nüfus planlamasını bu cenahın öncelik 'short list'inden çıkarıyor bir kere. Göçmen suçları elbette ürkütücü ancak, tuvaletleri temizleyecek insanlara da ihtiyaç var! Kaldı ki Batı entelijansiyasında üçüncü dünya nüfus artışına karşı saf tutmak göçmen çoğalmasına atfedilir ve bu ırkçılarla ideoloji üleşmek gibi bir anlam taşır ki Türkiye'nin dışındaki batıda -kimse bu aydınkıranın kıyısına yanaşmaya cesaret edemez. Siyaseten baktığımızda Marksist solun kolay tartışamayacağı ancak Yeşillerin kafasını karıştıran bir su geçirmez 'insan hakları' kavramı söz konusudur. Muhafazakâr cenah için kilise görür aynı işlevi.Üçüncü Dünya ve İslam âlemiÜçüncü dünyada siyaset nüfus artışı karşısında yekten biçare durumdadır. İslam âlemi -Müslüman demokratlar da dahil- bu konuyu gündeme alacak demokratik olgunlukta değil henüz. Katolik kilisesinin hâkim olduğu Güney Amerika'da da benzer bir durum var. Otokratik rejimler ve olmazsa olmazı milliyetçilik bu olguyu zaten 'Deccal' görür. Üçüncü dünya solunun durumu ise birinci dünyadakinden daha güç: Farklı bir şey söyleyebilmeleri için hem içselleştirdikleri tek noktadan perspektifli analiz yöntemlerini değiştirmeleri gereği var, hem de pamuk ipliğine bağlı oy deposu varoşlar. Bu ülkelerin devlet politikaları sonuçta, büyümek gibi, büyürken güçlenmek ve haklarını küresel arenada daha iyi korumak ve kollamak gibi meselelere yoğunlaşmıştır. Yabancı sermayeyi ozmoslamak, birinci dünyanın alın siz paylaşın diye sınırından dışarı fırlattığı emek gücüne dayalı sanayiyi kendi mıntıkasına çekmektir esas olan; bu noktada nüfus artışı satrançtaki 'vezir' kıymetinde sayılır. Bunların ötesinde ise tüm küreyi ilgilendiren şöyle bir rakam var: 2050 senesinde dünya nüfusu 9.3 milyar olacak (halen 6.4 milyar), yani dünyanın biyolojik kapasitesinin yüzde 220'si. Bunun özeti; bu dönemde yapılan yatırımların dönüşünün asla homojen bir refah sağlayamayacağı. Açlıkta bir azalma olmayacak, salgınlar Pianka uslu dursa dahi devam edecek. Bir felaket haberi duyduğumuzda daha çok insanın yaşamını yitirdiğinden emin olabiliriz. Dünyanın sınırlı kaynakları için daha keskin bir mücadele verilecek, ve daha sudan sebepli savaşlar patlayacaktır. Doğal döngünün dışına çıkıp, üretimi harlayıp, üremeyi patlatan insan aynı şeyi yeniden yapıp dengeyi kurmadığı sürece yapılacak bir şey yok. Birey ayaklar altına alınacak, sistemin girdisi olmaya devam edecek demektir. Birinci dünya ile diğeri arasındaki insan önemi makası bunca açık oldukça, küresel demokrasi bir masal olarak anılacaktır. Oysa ki içinde bulunulan iletişim ve enformasyon çağında, DTÖ gibi regüle edici kurumların küresel yaptırımları uygulatmaya başladığı bu dönemde, demokratik yollarla dünya nüfusu kontrol altına alınabilir. Küresel nüfus planlaması projelendirilebilir. Bunun bedeli artan nüfus için gerekecek yeni yatırımlardan çok daha ucuzdur bir kere. Kaynaklar korunacak, küresel ısınma, kirlenme, çoraklaşma önlenecektir. Küresel ticaret için ortak payda belirlenebilirken, küresel refah için bu yapılamaz mı? Amaç aracın güdümüne mi girmiştir? O halde son kertede Teksaslı bilim adamı çok da tuhaf şeyler önermedi demektir.

Kaan Benli


Hiç yorum yok:

İzleyiciler