29 Mar 2010

MEDYA DENİZİNDE ŞİŞME BALYOZ

Medya denizinde şişme balyoz


Geçenlerde Taraf gazetesinden Alper Görmüş, kendi sözleriyle: “yağmur halinde enformasyonun o enformasyona olan ilgiyi azalttığına” dair endişelerini dile getirdi. Görmüş Taraf’ta son dönemde yapılan haberciliğe toplumun yeterince ilgi göstermediğini düşünüyor olabilir. Aslında bu durum sadece Taraf’ın haberleri için de geçerli değil. Uzunca bir süredir gazete sayfalarında cayır cayır yanan manşetler, halkın gözünde samanalevi gibi parlayıp sönüyor. Bu durumu okuyucuların dozaşımına uğramaları ile açıklamak mümkün, ancak tek başına yeterli sayılmaz. Birkaç hafta önce her gün çok sayıda günlük gazeteyi takip ettiğini bildiğimiz Hakkı Devrim, Türkiye gibi gündemi yoğun bir ülkede, neler olup bittiğini derleyip toparlamak açısından birbirini tamamlayan iki gazeteye ihtiyaç olduğunu ifade etmek gereğini duymuştu. Hakkı Devrim’e göre, günlük bir gazetenin yanında haftada bir yayımlanan toparlayıcı bir gazete önemli bir eksikliği giderebilirdi.

Haftalık bir gazete gerçekten iyi fikir. Sosyal bilimcilerin olduğu kadar sistem bilimcilerin de ileride analiz etmeye davranacakları bir ülke oldu Türkiye. Bir yandan küresel kapitalizmin diğer yandan ekonomizmin baskısıyla toplumsal kramplar yaşayarak deviniyor. Haliyle gündemi de inanılmaz hızlı; parçaları birbirine ekleyerek olan bitene dair anlamlı bir seyir rotası çizmek kolay değil. Bununla birlikte böylesi bir rotaya çok ihtiyaç duyacak sosyal sınıfın boynundaki yakanın en üst ilmekten iliklenmiş olması gibi ciddi bir handikap söz konusu. Türkiye’de Batı’dakinden çok daha ağır şartlarda çalışan, bütün o yoğunluğun yanında yaşadıkları kentin elverişsizlikleri ile de başa çıkmaya çalışan beyaz, açıkmavi yakalı büyücek bir nüfus var artık. Halihazırda bu insanlar şirketlerin onlara sunduğu dünyanın ötesi ile ilgili bütün enformasyon alışverişlerini, hafta sonlarının magazin soslu gazetelerine, televizyon haberlerine ve netten gelen ne idüğü belirsiz powerpoint sunumlara bağladılar. Bu kesim için haftalık bir gazete, en azından içinde yer aldıkları sistemi takip edebilmeleri ve anlamlandırmaları açısından faydalı olacaktır. Çalışan nüfusun bu donukluğu, iktidar sahipleri için bulunmaz bir nimet olduğu kadar, toplumun alt katmanları ve genel sağlığı açısından da aynı ölçüde tedirgin edici. Zira görünen o ki az düşünen, çok çalışan kısmen eğitimli bir tabaka giderek oransal olarak artacak; yalnız gençlikte ve emeklilikte ülkenin meselelerine ilgi duyan, fazlasıyla bencil ve ürkek bir rey deposuna dönüşecek.

Öte yandan olay dizgilerini yan yana getirme fırsatı bulamamaları ülke gündemine olan duyarsızlıklarının tek nedeni de sayılmaz. Dizilerle, talk showlarla filan civar ülkeler üzerinde çok etkili olduğuna kanaat getirdiğimiz televizyonun bu durgunlukta önemli bir payı bulunuyor. Televizyonu milli bir böbürlenme nesnesine dönüştürmezden evvel, kendi milletimiz üzerindeki işlevine bir göz atmakta fayda var. Türkiye’de televizyon, zamanında Amerikan toplumu için olduğu, ve gerekli altyapıyı kurup bıraktığı kadar tehlikeli bir hal aldı. Amerikalıların dünyanın en çok televizyon seyreden, buna karşın dünya meselelerine en kayıtsız toplumu olmaları Amerikan televizyon haberciliği ile yakından ilgilidir. Amerikan televizyonlarında bir devlet sansürü yoktur, buna karşın sistemin bir oto sansüründen rahatlıkla bahsedilebilir. Chomsky’nin zamanında Amerikan medyası için yaptığı: reklam veren kuruluşların satın alma psikolojisiyle uyuşmayan ciddi programlardan kaçınması, bunun sonucunda da izleyiciyi yormadan eğlendiren bir biçimin ortaya çıkması öngörüsü bugün Türkiye için bütünüyle geçerli. Haber ve tartışma programları bir süredir tuhaf bir yapıya büründü. Gündemin bunca yoğun olduğu bir ülkede, bu toz duman arasında biteviye söyleyecek söz bulmak şüphesiz zor değil, ancak argoda çok anlamlı ifade edilegelen nitelik/nicelik ilişkisi, ekranlardan halihazırdaki toplum algısına pek olumlu katkı yapmıyor. İzleyiciler birer televizyon karakterlerine dönüşmüş medya mensuplarının ardışık ve etkileşimli düşüncelerini, neredeyse eğlence programları havasında seyrediyorlar. Tartışma programları sayı yapılmayan masa tenisi maçları gibi. Polemik konuları ve ekipleri belli, polemikçiler ortaya koydukları fikirlerden çok teatral yetenekleri ile ön plana çıkıyor, hatta süper kahramanlar gibi, ‘supersona’larını güçlendirmek niyetiyle referansları ile bağları kopuk kostümlere bürünüyorlar. Zaman içinde popçular için olduğu gibi siyaset yorumcuları için de, ‘beş yıl önce nasıldı, şimdi nasıl’ şeklinde bir program yapılır mı bilinmez. Guy Debord, medya içindeki sözde ayrımın ardında aslında ısrarla istenen gösterisel amaç birliğinin yattığını söyler. Türkiye’nin gündeminin bir gösteri havasında tartışılması şüphesiz meseleleri fena halde sulandırıyor.

Hiç yorum yok:

İzleyiciler