25 Kas 2007

Ekolojik Çağa Giriş

Ekolojik Çağa Giriş

 

Türkiye’yi ziyaret eden mimar David Height’ın görüşleri, geçtiğimiz ayın aç-kapa gündemi içinde, gazetelerimizin çoğunluğu tarafından pek dikkate alınmadı. Oysa dünyanın sıfırdan tasarlanmış ilk ekolojik yerleşkesi olan Dongtan Eko Kent’in mimarlarından David Height oldukça enteresan şeyler söylüyor, 21. yüzyılı ekolojik çağ olarak nitelendirip, bu çağın en büyük darboğazını ise iklim değişikliği olarak belirliyordu. “Ekolojik Çağ”, “Her aileden en az üç çocuk bekliyorum,” diyebilen bir başbakanın ülkesinde şüphesiz çok bilindik bir kavram değil. Ne var ki, onun farkında olmamak, ya da büsbütün reddetmek çok da bir şey değiştirmiyor; bu toplumda bir süredir sürekli deneyimlediğimiz gibi: olguların tahakküm edici niteliklerine engel olmak mümkün değil: Son kertede mecburen ikna olup, ister istemez kabulleniyorsunuz.

 

Dongtan Eko Kent, Çin’in dev metropolü Şanghay’a bağlanacak uydu kentlerin birincisi. Çevre konusunda hayli kabahatli olan endüstriyalizm cankisi Çin, bir süre önce hızlı kentleşmenin yaratacağı yıkımı dengelemek ve geleceğini kurtarmak için önemli bir adım atıp, böyle bir projeyi devreye sokmaya karar verdi. Ekolojik kent Dongtan’ın kullanacağı tüm enerji yenilenebilir kaynaklardan sağlanacak, atıklar dönüştürülecek, temiz su kullanımı miktarı azaltılacak, “kişi başına” ekolojik ayak izi hafifleyecek. Gündelik hayat aklı selim dahilinde yaşanacak yani, insanlar tek başlarına beş kişilik teneke yığınlarının içinde yolculuk etme alıklığına düşmeyecekler; şehir öyle bir organize edilecek ki, işlerine yürüyerek ya da bisikletle gitmeyi tercih edecekler.  2010 senesi içinde Dongtan’ın belli bir bölümünün kullanıma sunulması planlanıyor. Bu proje bir bakıma yaşam kalitesi halen yerlerde sürünen ve hızlı nüfus artışı nedeniyle -biçare bir halde- önlerindeki daha beter günleri bekleyen, gelişmekte olan ülkeler için de iyi bir örnek teşkil ediyor. Zira, önümüzdeki on sene içinde nüfusu on milyonu aşacak mega kentlerin sayısının 23’e çıkacağını ve halen mega kentlerin yeryüzü kaynaklarının çoğunu kullandığını  düşününce, Eko Kent’ler dışında, yerküre için şimdilik daha “pratik” bir çözüm yolu yok görünüyor.

 

Mimar Height’in bahsettiği ekolojik çağ, insanlık için bir seçim değil bir zorunluluk olarak ortaya çıktı. İnsanoğlu çok uzun bir süredir şirazeden çıkmış bir ilerleme, daha doğru bir tabirle -ilerleme sandığı- endüstrileşme yaşıyor. Çılgınca üretim, buna ayak uydursun diye azdırılan tüketim,  hızlı nüfus artışı ve toprağın yanlış kullanımı, insanlığı tarihte hiç denk gelmediği kadar büyük bir yok olma tehdidiyle karşı karşıya bıraktı.  Ekonominin büsbütün yanlış okunması, ya da bahsettiğimiz yanlışlığa alet edilmesi, Amerika, Japonya, Kanada gibi ülkelerden başlayarak, devletleri, mutlu olmak, huzurlu yaşamak için süregiden bir ekonomik büyümeye ihtiyaç duyulacağı fikrine inandırdı. Bütünü oluşturan ve sabit olan, yani genişleyemeyen, çoğalamayan doğanın, her koşulda içindeki parçaların, (insanların, hayvanların, bitkilerin) ihtiyaçlarına karşılık vereceği sanıldı. Deha sandığımız bir takım aklı evveller tarafından büyük olanın iyi olacağına ikna edildik: Büyük arabalar, büyük porsiyonlar, büyük nüfuslar, büyük şirketler, büyük devletler ve diğerleri. Büyük ile ilgili obsesyon esnasında asıl büyük resim ıskalandı. Toplu hayat ve ortak yaşam unutuldu. Onların yerine bireysel ihtiyaçlara ve toplu/çekinik zevklere vurduk kendimizi. Bu büyüme histerisi ve pisboğazlık, sürekli taşikardi yaşayan ve ne zaman nerede kriz geçireceği belli olmayan obez bir  küresel ekonomi sahibi olmamızla sonuçlandı.

 

Böylelikle kapitalizmin son evresine, yerüstünde reklam ve yeraltında emperyalizm kademesine bir çırpıda ulaştık. Zira içine düşülen bu ekonomik darboğaz buna asıl sebep olan devasa ekonomiler için çok fazla bir seçenek sunmuyor. Bu durumu biraz daha olsun sürdürmek için yerkürenin kaynakları üzerindeki kullanım paylarını arttırmak durumundalar, zira gayrisafi milli hasılaların ne su darboğazlarına bir faydası var, ne de petrol rezervlerine.

 

Kaynaklar üzerindeki payların arttırılması kuşkusuz kökten bir çözüm değil. Kaldı ki kaynaklar üzerindeki payı azalan ama büyümenin tadına varmış Çin gibi gelişmekte olan ülkeler bu duruma uzun süre razı gelmeyecekler. O halde herkes için insanlığın yaşam ve yaşamı algılayış biçimini büsbütün değiştirmekten başka çıkar bir yol yok görünüyor: Yaşam stilleri yeşillenmek durumunda; insanın doğanın dışında değil doğa ile birlikte varolabileceği gerçeğine artık akıl yetirmek gerekiyor.  Ekolojik çağ kavramı işte bu dönemi tanımlıyor. Bambaşka bir yaşam biçimi ile tanışacağız artık.  Bu yüzyılın en büyük filozoflarından sosyal ekoloji fikrinin kurucusu Murray Bookchin bu çağı şöyle tanımlıyor: “İnsanlık teknoloji alanındaki bütün yaratıcılığına rağmen, uzun süren bir tek boyutlu düşünme ve içinde potansiyel yıkıcılık taşıyan sosyal yaşam sürecinden geçti. Bundan sonraki büyük proje, diğer gözlerimizi de açmak ve artık bütünü görmektir, ancak böylelikle insan ve doğa arasında oluşan uçurum aşılabilir.” Dongtan kenti iki gözümüzü birden kullanmak için iyi bir fırsat verecek gibi görünüyor. Bu çağın ilk büyük projesi ile tanışmak için ise sadece birkaç sene kaldı.

 

KAAN BENLİ

Hiç yorum yok:

İzleyiciler