25 Kas 2008

AB'nin tarım politikaları

AB'nin tarım politikaları

05/02/2003

Genel seçim sonuçlarının yarattığı postmodern umutlar, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne ilişkin on yıllardır süren, içinde bolca usanç barındıran tedirgin halinin üzerine kapıyı kapatmış...

KAAN BENLİ (Arşivi)

Genel seçim sonuçlarının yarattığı postmodern umutlar, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne ilişkin on yıllardır süren, içinde bolca usanç barındıran tedirgin halinin üzerine kapıyı kapatmış, bizi içine almakta pek hevesli görmediğimiz 'Avrupa' için yeniden umutlanmaya başlamıştık. Daha birkaç ay önce, AB tahminlerimizin ötesinde yakaladığımız demokrasi düzeyini yeterli bulmadığını belirtmiş, İlerleme Raporu'na beklediğimiz görüşmelere başlama tarihini not düşmemişti. Seçimlerin öncesindeki genel görüşümüz: "Onca özgürleşmenin getirisi daha somut olmalıydı; çifte standart uyguluyorlar, bizi asla içlerine almayacaklar" izdüşümündeydi. Seçimleri takip eden süreç içerisinde, biraz da medyanın verdiği gazla bu kez hedefi vuracağız sanrısına kapıldık, yine ıskaladığımızı fark ettiğimizde ise demok-rasi yolculuğumuzda U-dönüşü yapmak için oldukça geç kalmıştık. Sadece bunun için dahi Batılı komşularımıza müteşekkir olmalıyız.DTÖ'nün işleviAB'nin kendi içinde de bizim yeri geldikçe sızlandığımız o meşhur çifte standardı dile getirenler çıkıyor. Söz konusu uymazlıklar, her ne kadar küresel sahnede göze çarpsa ve bizimle doğrudan ilgili olmasa da, demokratikleşme çabalarımızı yeterli bulmayan Avrupa Birliği ülkelerinin endişe verici açmazlarını gözden kaçırmamak için zaman geçirmeden eleştiri yapılmak gerekiyor. Almanya-Fransa ekseninde rasyonel tutuculuğu ilke edinen topluluk, küresel demokrasi açısından da kuşku uyandırıcı bir konum almaya başladı. Üçüncü dünya ülkeleri, Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ) işlevselliğini bir an önce incelemeye almak durumunda.Örneğin AB kendi içinde en çok tartıştığı meselelerden biri, 'Ortak Tarım Politikası' artık birlik dışındakileri birlik içindekiler kadar yakından ilgilendirmekte. Demokrasinin evrenselliğini içselleştireceğimiz günlerde küremizde eleştirilecek daha çok sayıda 'ortak politika' olduğunu hep birlikte göreceğiz.1962'den bugüneBirliğin ortak bir tarım stratejisi belirleme kararını alması, toplululuk tarihinde oldukça erken dönemlere rastlar. Öncelikle bir tarım ülkesi olduğunu her fırsatta dile getiren Fransa'nın beklentileri doğrultusunda ilk kez 1962 senesinde bu amaca uygun bir plan üye ülkelere tanıtıldı. Birkaç sene içinde uygulamaya geçen bu projenin amacı birlik topraklarında gıda üretimini artırmak ve dış pazarlara bağımlılığı en aşağı düzeyde tutmaktı, AB'nin her alanda kendisini taşıyabilmesi gerekiyordu, bedeli yüksek de olsa sunu devam etmeli, temel gıda maddeleri Avrupa'da üretilmeliydi. Bunun için azdırılmış ithalat vergileri ve ihracat destekleri belirlendi, üretimi kamçılayıcı politikalar türetildi. Süreç içinde bu poli-tikaların sürdürülmesi Fransa, İtalya gibi tarım ülkelerince oldukça tatmin edici bulunurken; diğer üretim alanlarında gelişmiş topluluk üyesi ülkeler, yaygın ve yoğun tarımın doğaya verdiği zarardan rahatsız olan çevreci gruplarla birlikte bu politikanın karşıtlık kanadını oluşturdular. Birlik topraklarında aşırı ve pahalı üretimin desteklenmesinden doğan yüksek bir bedel söz konusuydu, bu ederin bölüşümü şüphesiz ekim alanları sınırlı, çiftçi sayısı az bölgelerin tepkisini çekecekti. Türkiye ve diğerleriBununla kalmayıp Türkiye gibi tarımın ve hayvancılığın desteklendiği düşünülen -neden böyle bir sanrı olduğu büsbütün bir olgudur-ancak birlik üyesi ülkelere kıyasla gerçekte hiç desteği bulunmayan tarım ülkelerini, içinden çıkamayacakları bir ikileme itti: Tarım sektörü birdenbire taşınamaz bir yük olmuştu, alternatifi ise bulunmamaktaydı. Rekabet edebilecekleri biricik sektörde eşit olmayan koşullarla karşılaşan yakın coğrafyadaki Üçüncü Dünya çiftçileri, çareyi ülkelerinin cılız sanayilerinin filizlendiği büyük kentlerine yerleşmekte buldular -bir yandan da bir kamyon pamuk gönderip bir bavul dolusu sanayi ürünü almakla ilgili safsatalar ürettiler. AB'nin genişlemesi, dünya çapında ticaretin yaygınlaşması ile birlikte, etkisi daha fazla hissedilen korumacı tarım politikası, küresel demokrasinin köküne kibrit suyu eken unsurlardan biri olmaya aday hale geldi. Birlik, benzer destekleme biçimleriyle saldırgan bir tarım politikası sürdüren ABD ve kürenin dört başı mamur diğer ülkeleri ile birlikte bir nevi blok oluşturdu: Endüstrinin en insani şekli küresel anlamda 'tekelleşti.' Bu blok refahı paylaşmaktaki hevessizliği yüzünden bir yandan refahın katmerlenmesini engelleyen, öte yandan endüstri kollarının yeryüzü üzerindeki bağdaşık dağılımı esasını ıskalayıp ekolojik dengeyi tehdit eden değişimlere yol açan bir mekanizmayı devreye soktu.Neyse ki 'sınırlar içinde hormonlu' tarım politikaları uzun uğraşlardan sonra Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ) meselesi olabildi. Kürenin dengesini geçen on yıllarda sarsan şikeli rekabet Uruguay Round'la başlayan ve Doha Anlaşması'na dek uzanan süreçte uluslararası ticaret açısından masaya yatırıldı. Kürenin ayarını bozan bu duruma bir çözüm getirilmesi karara bağlandı. AB'deki tartışmalarAB üyeleri, DTÖ'de alınan kararlardan bağımsız olarak, Ortak Tarım Politikasında reform yapmayı, bazı birlik üyelerinin baskısı sonucunda uzun zamandır Tarım Komisyonu'nda tartışmaktaydı. Birliğin genişlemesinin devam etmesiyle İngiltere ve Hollanda'nın başını çektiği grup, Dünya Ticaret Örgütü'nde alınan kararların da verdiği güvenle seslerini yükselttiler. Macaristan ve Polonya gibi doğrudan desteğin bedelini can yakacak noktaya çekecek üyelerin de katılımıyla gerekecek -ek maliyet 25 milyar euro olarak tahmin ediliyor- kökten kararların alınmasının zorunluğunun altını çizdiler.AB Tarım Komisyonu üyesi Franz Fischler, temmuz içerisinde üye ülkeleri ikiye bölen sorunu gidermek için yeni bir öneri hazırladı. Tarıma ödenen desteği azaltmayıp paranın doğrudan destek yerine kırsal kalkınmaya aktarılmasını öngören bir çalışmayı komisyona sundu. Böylece çevre ile ilgili kaygılar en aza indirilebilecek, gitgide daha da yakınlaşılan komşu Üçüncü Dünya ülkelerine de kendilerini toparlayabilecekleri bir endüstri alanı önerilebilecekti. Organik tarımın yükselen bir değer olması işleri kolaylaştırıyor, kendi sınırlarının dışında çılgınca artan nüfus inatçı davranmamayı dayatıyordu. Makul öneriye yanıtÜye ülkelerin ve DTÖ'nün makul bulacağı düşünülen bu öneri, eylül ayı ortasında Fransa'nın başını çektiği altı üye ülkenin bakanlarınca imzalanan mektupla karşılık buldu. Mektupta açık olarak istenilen reformların kabul edilemeyeceği, Ortak Tarım Politikası'na şu anki haliyle devam edilmesi gerektiği açıklanıyordu. Refah, birlik içinde kalmalı, dışarıda kalanlarla ticaret tek yanlı sürdürülmeye devam etmeliydi. Fishler'in önerdiği reformlar, birliğin genişleme sürecine girdiği bu dönemde doğal olarak tartışılma zeminini kaybetti, dahası demir perdeli geçmişlerinde tarımsal üretimlerini gözeten yeni üyelerin bu reformlara sıcak bakması da neredeyse mucize olur.Kısacası AB, Doha Anlaşması'na uygun düzenlemeler yapmayı hâlâ becerebilmiş değil. Bir anlamda ortak bir kaderi paylaşıyoruz. Biz önümüze konulan demokrasinin bize ait olduğunu, Avrupa Birliği de kendi demokrasilerinin küresel demokrasinin parçası olduğunu anlamıyor. Şimdilik tutucu kesim her iki durumda da kazanmış, bu arada gelecek nesiller kaybetmiş görünüyor. Sonuçta taşlar döne değişe yerlerine oturacaktır, umudumuz bu arada halihazırda kazanıyor görünenlerin kaybetmeye başlamamasıdır.

Kaan Benli


Hiç yorum yok:

İzleyiciler