Binyılların derdi: Açlık
19/10/2005
Dünya Gıda Günü 16 Ekim'de kutlandı. Sönük geçen 2005 dünya zirvesinin ardından Birleşmiş Milletler'in gıda ve tarım teşkilatı olan FAO'nun 16 Ekim'deki 60. kuruluş yıldönümü ironik bir önem taşıyordu.
KAAN BENLİ (Arşivi)
Dünya Gıda Günü 16 Ekim'de kutlandı. Sönük geçen 2005 dünya zirvesinin ardından Birleşmiş Milletler'in gıda ve tarım teşkilatı olan FAO'nun 16 Ekim'deki 60. kuruluş yıldönümü ironik bir önem taşıyordu. Dünya zirvesi, kürenin güç algılanan 'demokratik güç merkezine' (BM) bir netlik ayarı yapmak ve binyıl başında belirlenen binyıl kalkınma hedeflerindeki son durumu incelemek gündemiyle eylül başında toplanmıştı. Ne var ki kürenin bu en önemli zirvesi, 2005'in Ağustos ayında olan bitenin gölgesinde kalmıştı bir kere; zira küresel hevesin en yüksek olduğu süreçte, ABD Başkanı George W. Bush yönetiminin 'küresel demokrasi kayıtsızlığı' mayınlarına denk gelip, pırıltısını yitirmişti. Söz konusu kayıtsızlık, hem eylemsel (New Orleans felaketi/rezaleti) hem kavramsal (Amerika'nın Birleşmiş Milletler'e 'binyıl kalkınma hedeflerinden hadi sapalım' önerisi) yönüyle oldukça çarpıcıydı şüphesiz; 2000 yılında belirlenen hedeflerin zemini çoktan kaymış; küresel demokrasiye dair umutlar törpülenmişti. Hal böyleyken Dünya Gıda Günü'nün bu seneki teması kuşkusuz çok çarpıcıydı: Tarım ve kültürlerarası diyalog. Tecrübe biriktirmekBilimde ve sanatta üretimin durmadığı, teknolojinin teklemediği bu dönemde devinimin hâlâ kürenin aleyhine çalışması ilk bakışta akıl dışı görülebilir. Öte yandan tarihinin onda dokuzunu taş ve sopalarla, kuşaktan kuşağa hiç değişmeden tecrübeleri biriktirmeden- avcı, toplayıcı geçiren insan belki de yeni bir onda dokuzun başındadır. İnsanoğlunun bir sürü hayvanı olarak vahşi dönemini sürdürdüğü süreç, doğanın ona sunduğu yeni olanaklarla kapanmıştı. Tarım ile başlayan yeni sürecin ise hangi aşamasında olduğumuzu aslında hiç bilmiyoruz. İnsan nüfusunun artışı, avcı toplayıcılıktan tarımcılığa geçilip, gıda bolluğuna ulaşılmasının sonucudur. Uygarlık dediğimiz ise bir bakıma, insanın doğa üstündeki asalak konumunu bırakıp, doğa ile ortaklık yapması; besin üreten, yiyecek artıran, her bulduğunu tüketen değil, üretmek için biriktirmeyi, (bir sonraki hasat için gıdanın bir miktarını ayırmak gibi) böylelikle bir sonraki aşamayı düşünen bir canlı olmayı kotarması ile ilgilidir.Sekiz hedefPeki, durum böyleyken, 2000 yılında belirlenen ve dünya zirvesi'nde 2005 yılına kadar pek de bir ilerleme kaydedilmediği ortaya çıkan sekiz adet binyıl hedefinin en öncelikli olanının açlık ile ilgili olması nasıl açıklanabilir? İşin doğrusu, paleolitik çağda en büyük meselesi besin olan insanın şimdi en ivedi sorunu yine aynıdır. Dahası o çağda doğa ile kurulan dengeli asalak ilişki, açık denizde seyreden bir gemide ileri geri hareket etmek gibiydi. İnsanoğlu yerinde dursa dahi yol almaya devam ediyordu. Kaynaklar tükenince başka bir bölgeye göçüyor, terk ettiği bölgede ise yaşam tekrar filizleniyordu. Şimdilerde ise gemi karaya oldukça yakın; insanoğlu doğanın üretkenlik kapasitesini tüketmek üzeredir. Bu noktadan baktığımız zaman, tarım toplumu, sanayi toplumu, bilgi toplumu skalası pek de bir anlam ifade etmez. Yerkürenin ayarını bozarak, doğurganlığını körelterek çalışan teknoloji aslında ne yazık ki gelişmeye değil, fakirleşmeye yaramıştır. Halen 850 milyon insanın kronik açlık çektiği, bunun her geçen gün katlanarak arttığı ve aynı oranda yerkürenin biyolojik çeşitliliğinin ve verimliliğin azaldığı bir dünyada yaşıyoruz. Çelişkili tutumlarBütün az gelişmiş toplumlar tarımı terk edip büyük bir hızla bir sanayileşme ve kirlenme çabası/zorunluluğu içindeler, tam aksine gelişmiş toplumlar ise o sanayiden bir an evvel kurtulmanın, elde kalan hasta topraklarda yerküreyi besleyecek soluk gıdalar yetiştirmenin yollarını arıyorlar, not düşmekte fayda var, bir yandan da gemi açık denizde yüzerken birbirini taşlayan insanlar için şimdilerde füze üretmekteler. Kuşkusuz bahsini ettiğimiz fiyasko insanoğlunun kürede bunca zaman haytalıkla vakit geçirdiğini ifade etmez. Tam tersine hep en huzursuz ve en yorgun canlı olagelmiştir insan. Ancak ihtiyaçlarını doğru belirleyememek yüzünden sürekli yolunu kaybeder. Bireylerden başlayarak toplumlar ve nihayet tüm insanlık aynı dertten mustariptir: Gerçekte neye gereksinim duyduğunu algılayamaz ve çözüme dönük bambaşka ve olasılıkla yanlış kararlar alır. İnsanlığın tarım tarihine baktığımızda tarih öncesi dönemden, tarih döneminden, feodal dönem ve bilimsel dönemden bahsedebiliriz. İhtiyaçtaki sapma ideolojik ve ekolojik manada şüphesiz feodal dö-nemde kurgulanmış olmakla birlikte, şu an içinde bulunduğumuz garabetin pratik çözümlemesi bilimsel dönemde yapılabilir. Modern tarım ile başlayan az sayıdaki çeşitten her ne pahasına olursa olsun çok miktarda üretme tutkusu, bu açgözlülükle birlikte gıdadan kâr (daha çok kâr) elde etme arzusu sapmanın tarımla ilişkili nedenidir. Çarpıcı bir örnekÇarpıcı bir örnek vermek gerekirse böyle bir ticaret rüzgârına kapılsaydı Akdeniz ülkeleri -işin doğrusu böyle bir rüzgârı manipüle edecek güçleri olsaydı eğer dünya pazarında en çok söz sahibi oldukları ürünü, örneğinzey-tini kürenin en değerli ürünü kılmak için uğraşıyor olacaklardı sürekli. Bilim adamları seneler önce zeytin üzerine araştırma yapmaya başlayacak, her gün yeni bir faydasını, yeni bir kullanım alanını keşfederek, ona uygun diyetleri çoktan icat etmiş olacaklardı. Kısmen küredeki ekilebilir alanlara yayılan, yahut yerel ürünleri ticaret yolu ile işlevsiz kılan zeytin ağaçları, olasılıkla o alanlarda yetişen doğal yapıyı değiştirecek, o doğal yapı içinde yetişen yerel ürünleri ise sonsuzluğa karıştıracaktı. Bu halde kullanımı küresel pazarda halen 'niche' olan zeytin, dünya hızlı gıda pazarına dahi damgasını vuracaktı. Zeytin gevreği...Onun için üretim yapan FMCG, pazarlama, Ar-Ge firmaları ortalığın tozunu dumana katacaklardı. Bu halde mesela ayçiçeği yağı yerine zeytin yağı tüketmekle kalmayıp, mısır gevreği yerine zeytin gevreği de yiyebilirdik. Patates hâlâ keşfedilmemiş, Amerikalılar sıska olabilirdi. Bu durumun küreye faydası ne olurdu diye sorarsak, zararı şimdikine eşit olurdu deyip geçebiliriz. Önemli olan hâkim gücün yarattığı ihtiyaçların mesnetsizliğidir.Sonuçta her şeyin şimdiki gibi gelişmesi, hiç de doğal değildi. Küresel gözle bakıldığında, modern tarımın küreye verdiği zarar akılalmayacak derecededir. Çünkü sağlıklı bir bilimsellik ve felsefe içinde yaklaşmamıştır insanoğlu tarıma. Yeryüzünün kendi kendini düzenleyen ve denetleyen bir organizma olduğu gerçeğini baştan reddetmiştir bir kere. Doğa ile dost olmayı değil, papaz olmayı seçmiştir hep. Doğayı değiştirmekBu nedenle de ihtiyaçlarını doğayı değiştirmeksizin tatmin etmenin yollarını aramamış, salt bolluk yaratmak güdüsü ile hareket etmiştir. Gerek kapitalist, gerekse sosyalist toplumlar üretimden ve kaçınılmaz olarak daha çok tüketimden başkasını düşünememiştir böylece. Ancak şimdilerde, kıtlık ve kuraklık korkusundan değil ama, septik kitlenin sağlık ve gusto kaygılarından dolayı biyolojik çeşitliliği ve toprağın doğurganlığını koruyan postmodern tarıma geçiş/dönüş başlamıştır. Ne ki, bu dönüşün toplumsal bir dönüşümle desteklenmedikçe yerkürenin yaşlanma hızına yetişmesi zor görünmektedir. Bugün yeryüzündeki insanların çoğu şehirlerde yaşamakta. Bu rakamın 2020'li yıllarda yüzde altmış civarında olması bekleniyor. Avrupa ve Amerika'da bu oran yüzde seksenlere ulaşacak. Nüfus ise gelecek 30 sene içinde yarı yarıya artacak. Yeryüzünün ise sadece yüzde 38'inde tarım yapılıyor, kaldı ki artan nüfusa kıyasla bu oranda bir artış yok.Durum böyleyken açlığın üstesinden gelmek insanoğlunun en büyük meselesidir. Doğaya hükmetme sevdasının berbat bir yenilgiyle sonuçlanmaması için artık çok hızlı ve çok kültürlü hareket etmek gerek. Dünya zirvesi öncesi ağustos ayında New Orleans'ta olanlar ne kadar moral bozucu olursa olsun FAO'nun 60. yaşgününü ve o günün temasını hararetle kutlamak gerek.Kaan Benli: Araştırmacı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder