6 May 2009

Kapitalizmin son aşaması: Birleşik devletçi devletler topluluğu
Kapitalizmin son aşaması: Birleşik devletçi devletler topluluğu

24/10/2008
KAAN BENLİ (Arşivi)

Şu sıralar yerli ve yabancı basında iktisatçıların en çok tartıştığı ve neredeyse üzerinde konsensüs sağladığı bir görüş var: Kapitalizm bu haliyle taşınamayacak bir yüke dönüştü; işlerin yolunda gitmesi için ara ara ona müdahale etmek, rasyonalite ekseninde kotarılmış ekonomik kararlarla, pazarın düzenlenmesi ve ayarlanması gerekiyor

2001 senesinde Türkiye’deki finansal kriz, tam da liberal bir ekonomiden bekleneceği gibi, iflaslarla taçlandırıldı. Pazar ekonomisinin yoluna baş koyan Türkiye, kan kusup kızılcık şerbeti içti ama, serbest piyasadan vazgeçmedi. Buna karşılık bugün bütün dünyaya karalar bağlatan ABD kaynaklı kriz, bu ülkedeki sigortacılık ve bankacılık kurumlarının devletleştirilmesi ile dindirilmeye çalışıldı. Bunun tek başına yeterli olmayacağının anlaşılmasını müteakip Birleşik Krallık başta olmak üzere Avrupa Birliği hızla devlet sisteminin enstrümanlarını devreye soktu. Bir bakıma, Batı’nın yönetenleri, Türkiye’deki muadilleri kadar cesur olamadılar: Serbest piyasaya ihanet ettiler; davadan döndüler. 
Bu tuhaf durum şüphesiz tüm dünya iktisatçılarının, kapitalizm uzmanlarının ve dahi komplo teorisyenlerinin başını döndürmüş durumda. Neler oluyor? Yeni bir 1929 mu yaşıyoruz, turbo kapitalizm vites mi büyütüyor, ABD sistemler üstü bir konuma sıçramanın mı peşinde? Küresel kapitalizm artık koordineli hareket eden devletler sürecini mi dayatıyor? Olaya halihazırdaki kriz perspektifi ile sınırlı kalmayıp kapitalizm sisteminin gidişatı açısından bakarsak belki de hiçbiri. İsmet Özel’e göre : “Kapitalizmle yaşamak bisiklete binmek gibidir; durursanız düşersiniz, ama o da düşer.”

Yoğun tartışma
Şu sıralar yerli ve yabancı basında iktisatçıların en çok tartıştığı ve neredeyse üzerinde konsensüs sağladığı bir görüş var: Kapitalizm bu haliyle taşınamayacak bir yüke dönüştü; işlerin yolunda gitmesi için ara ara ona müdahale etmek, rasyonalite ekseninde kotarılmış ekonomik kararlarla, pazarın düzenlenmesi ve ayarlanması gerekiyor. Ancak Batı’nın şimdilerde yaptığı bunun hayli ötesinde: Sistemin bekası için sistemin ateşini düşürmekle kalmıyor, apaçık bir devletleştirmeyle, yolun sonuna doğru gemi azıya almış bu ‘hiper gerçek’ ekonomiyi, yolun sonuna gelmeden zapturapt altına almaya çalışıyor. Birinci dünya ülkeleri üstelik bunu hep birlikte, herhangi bir ideolojik çatışmaya düşmeden, neredeyse bir mutlak mutabakat yoluyla gerçekleştiriyorlar. Böylelikle kapitalizm balonunun patlamasına şimdilik izin verilmeyecek; ancak hayli gazı alınacak ki, şişmeye devam edebilsin. Bu balonun patlaması halinde ne olacağına dair fikir yürütmek, hala yönetenler için uçuk kaçık. Görünürde şu an sadece anlama ve bu beklenmedik darboğazdan en az zararla çıkmanın peşindeler. “Sistemin arkasında kapı gibi dururuz, bunun için birlik ve beraberlik içinde elimizden geleni yaparız,” mesajını veriyorlar. Yalnız, yaşanan krizle ister istemez bir gerçekliğin ayırtına vardılar: Kapitalizmi büsbütün başıboş bırakmak oldukça tehlikelidir, zira son tahlilde bu bir spekülasyon sistemidir, faraziyeler dizgisidir, dizginlerini elinizde tutamazsınız, sizi nereye, nasıl savuracağını asla tahmin edemezsiniz: 
krizin dibini göremezsiniz.
Bir spekülasyon sistemine, varlıkları varlığına armağan edecek biat kültürü nereden geliyor? Çaresizlikten mi? Alışkanlıktan mı? Sistemin modernizmin tek kanıtlanmış ilerleme yöntemi olmasından mı? Kapitalizmin İkinci Dünya Savaşı’nın ardından insan ihtiyaçlarının ötesinde bir teknolojik-bilimsel gelişmeye önayak olduğunu kabul etmek gerekir. Amerika’nın liderliğini yaptığı demokratik-kapitalist kutup, karşı tarafta yer alan otokratik-sosyalist kutba üstünlük sağlamak için, savunma sanayi merkezli bir teknolojik sıçramayı başarıyla gerçekleştirdi. 
O zamana kadar en azından hamisine itaat etmeyi sürdüren sistem, 1989 yılında demir perdenin yıkılması ile zincirlerinden kurtuldu. Onu dengeleyen, tehdit eden gücün ortadan kalkmasıyla, yayılacak çok geniş ve bakir bir alan buldu. Sistemin olmazsa olmazı büyüme sendromu, bu noktada çok hızlı kat ederek, halihazırdaki uygarlığı tehdit eder bir hal aldı. Demokratik kapitalizm, önce kapitalist demokrasiye, ardından ve hiç vakit kaybetmeden sadece kapitalizme dönüştü. Çokuluslu şirketler, sermayeyi -böylelikle kumandayı- devraldı ve insan ruhu, vücudu olan bir canlı olarak değil, sadece tüketici olarak görülmeye başlandı. Verimlilik ve büyüme adalet kavramının üzerini bütünüyle örttü. Çocuk işçiler, şehirlere hapsedilen robotlaşmış insanlar, kapitalizmin demokrasiyi bütünüyle yutmasıyla kanıksanır oldular. İş öyle bir hal aldı ki büyüme reel ekonominin dahi önüne geçti: Çok uzun bir süredir sanal ekonominin içindeyiz.

Sanal büyüme
Amerikan ekonomisi bu sanal büyümeden fazlasıyla nasiplendi doğrusu. Üretimin dibine vuran Uzakdoğu sermayesinin sayesinde bu ülkedeki tüketim hız kesme gereğini hiç duymadı. Amerikan halkı önce Japonların sonra da Çinlilerin finanse ettiği bütçe açıkları sayesinde, tasarruf etmeden, üretmeden harcamaya devam edegeldiler. Böylelikle ihtiyaç kavramının bütünüyle mutasyona uğradığı bir sürecin son aşamasına vardılar -biz de o aşamaya bir hayli yaklaştık. Sistemin bir spekülasyon sistemi olduğu ise şüphesiz hiçbir zaman bir sır olmadı. Bu sistemi böyle deneyimler yaşamadan, insani hırs ve miyopluklara düşmeden değerlendirmiş koca bir literatür var geride: 
Soğuk Savaş beyin yıkamalarının etkisinde kalıp, kapitalist sistemi salt bir serbest piyasa ekonomisi olarak algılamamak gerekirdi. Bu indirgemeci yaklaşım gerçekten çok naif bir tutumdur. Amerikan halkının ve dahi tüm Batı’nın sermaye tarafından sosyalizm değneği vasıtasıyla kandırılması ile ilgilidir. Kapitalizm sosyal, kültürel, politik boyutları olan, birlikte işlev gördüğü sistemleri zamanla dönüştüren, yutan, bu yolla çeşitlenen, harlanan, başlı başına bir baskın sistemdir. Ona yol verirken insan haklarının paranteze alınması, moral değerlerin demokrasi eliyle tırpanlanması kaçınılmazdır.
Kapitalizmin içinde devinen toplumların, bu sistemde mal ve hizmet üretmenin asıl nedeninin ihtiyaçları karşılamak değil, kâr etmek olduğuna akıl düşürmediler -fırsat bulamadılar. Bunda kimi ekonomistlerin de tartışmasız sorumluluğu bulunmaktadır. Küreselleşme ile birlikte Çin’in bunca üretmesi ve kazandıklarını ABD bankalarına yatırması da kendisinin inisiyatifinde olmayan bir sermaye dayatmasıdır.

Çin’deki miyopluk
Mao’nun ülkesinin içine düştüğü kapitalist miyopluk aslında her şeyi açıklayıcıdır. Kısacası, orada çok kısa bir sürede, ekonomi toplumun değil, toplum sermayenin hizmetine girmiştir. Sistem en basit haliyle sermayenin egemenliği üzerinedir. Bu aşamada bireyin özgür iradesi ile karşı koyabileceği eşiği çoktan aşmıştır. Zira birey içinde devindiği, son kertede ancak bir tüketici olarak içinde değer bulabileceği bu gücü tam olarak algılamakta zorlanacaktır. 
Bu sermayenin birileri tarafından yönetildiğini sanmak, onlarla mücadeleye girişmek de nafile bir çabadır. Zira bireyin içinde olduğu vakit -ki anarşist yapılanmalar, ilkel toplumlar ve birkaç sosyalist ülke dışında artık neredeyse herkes içinde- sistem ancak sonsuzluk kavramıyla eşdeğer bir ürkütücülük ve cazibededir. Bahsettiğimiz sermayenin bir hedefi yoktur, nereye devrileceği bilinemez, sürekli büyümek, sürekli yeniden yapılanmak, sürekli hareket etmek eğilimindedir. Bu ‘sermaye’ kara deliğinin ağzında hem üretenler, hem tüketenler, hem sermaye sahipleri, hem emekçiler, hem birinci dünya, hem de üçüncüsü, hepsi bir anda yutulabilir.
Rosa Luxemburg’a göre: Kapitalizm her yerde hüküm kurar, dünyadaki bütün insanlar için tek üretim biçimi haline gelirse daha fazla yayılamaz ve gelişemez. O zaman olanaksızlığı çok açık bir şekilde görülür. Kapitalizm ancak sürekli devinim, genişleme ve yayılma içinde olanaklıdır. Dünya sistemi olmaya uğraşır, ancak dünya sistemi olarak olanaksızlaşır. Şu anda Amerika’dan başlayıp tüm dünyayı saran kriz apaçık bu tespitin sinyalidir. Bu noktada insanlık şimdilerde kendi Frankeştaynı ile boğuşmaktadır. Henüz Rosa Luxemburg’un söylediği aşamaya gelinmedi. Ancak giderek daha hızlı, o noktaya yürüyoruz.

Hiç yorum yok:

İzleyiciler