Tarımda her şey eksi değil
12/08/2005
Yaz başından beri, uluslararası kurumların küresel siluetimizi netleştiren araştırmalarıyla yüzleşiyoruz. Doğrusu halihazırdaki perspektiften görüntü pek iç açıcı değil.
KAAN BENLİ (Arşivi)
Yaz başından beri, uluslararası kurumların küresel siluetimizi netleştiren araştırmalarıyla yüzleşiyoruz. Doğrusu halihazırdaki perspektiften görüntü pek iç açıcı değil. Kendimizi algıladığımız şekilde yansıtmakta güçlük çekiyoruz, bu kesin.İlkin OECD'nin Eurostat ile birlikte yaptığı 2004 yılı satınalma gücü hesaplarına göre 32 Avrupa ülkesinin en yoksulu çıktık; ardından Anholt-GMI'ın gelişmiş ve gelişmekte olan 25 ülkenin ulus markası gücünün belirlenmesine yönelik çalışmasında sonunculuğu kaptırmadık. Bunlardan başka, her dönem rekor kırdığımız artık neredeyse içselleştirmeye başladığımız bir bebek ölümleri oranı var maalesef; bir de Çetin Altan'ın dönem dönem ülkede basıncı artan hamasetin havasını aldığı 'bireylerin yaşam kalitesi açısından 173 ülke arasında 86. sırada olmak' metaforu. 'Yanlış hesap!'Bu araştırma sonuçlarının ağırlığını 'yanlış hesaplamışlardır' deyip bertaraf edebiliriz kuşkusuz. Derin bir iç çekip 'küresel yaşam dengesizliğine' lanet de okuyabiliriz. Ancak Avrupa ile bütünleşme sürecimizin başladığı şu dönemde bu verilerden oluşan imajımızın farkında olmakta da fayda var. Hiç aklımızdan çıkarmamamız gereken bir başka husus ise tüm bunlara karşın kürenin en güzel, en değerli köşelerinden birinde yaşadığımız; bunun da yardımıyla bir tek nesil içinde inanılmayacak kadar çok şeyi birden değiştirme potansiyeline sahibiz.Bunu başarmak için -orta vadede parçası olmaya karar verdiğimiz- Avrupa'yı öncelikle iyi gözlemlemeliyiz. Küresel eğilimleri, değişimleri dikkatle inceleyip, küresel yazgımızı belirleyecek seçimlerde bulunmalı, isabetli kararlar vermeliyiz. Öncelikle bu 'Benchmarking' kolaycılığından bir an evvel kurtulmak gerekiyor; bizi ilgilendiren AB'nin şimdiki yapısal hali değil, geleceğidir.Unutmamalı ki Avrupa da değişiyor, onun bu halini tam da bize en uzak noktadayken kopyalamaya çalışmak, şimdi hesaplamamız mümkün olmayan bir bedele patlayabilir. Bunun yerine devinimin fırsatlarını incelemenin, şu an sahip olduklarımızın değer envanterini yapmanın kimseye bir zararı dokunmayacaktır.Avrupalılar ile yapılan müzakerelerde, birliğin en eskilerinin kahve molalarında keskinleşecek kibrinden yorulan uzmanlarımız son kertede zalim bir saptama yapabilirler: "Bu arada Anadolu'da güneş var" diyebilirler. Bunun güneşe hasret uluslar için ne anlama geldiğini bizler belki yağışlı bir kış haftasının ertesinde fark edebiliriz.Kaldı ki güneş toprağın üzerinde var olan her canlının gereksinimi olan bir kaynaktır. Domatesin de, biberin de, süt veren keçinin de ruhunu aynı derecede etkiler. Boş yere Kuzey Avrupa'nın insanları Akdeniz kıyılarında koloniler kurmuyor senelerdir: Güneşin altında kızaran domates insanoğlunun yaşam kalitesi ile ilgilidir. 'Nitelik' arayışıUlaşımın ve iletişimin gelişmesi ile bu artık daha geniş topluluklar tarafından anlaşılmaya başlandı. Bunca sene pornografik bir tüketim ile tatmin olan birinci dünya, postmodern zamanlarda daha farklı bir gustonun değerini idrak etmekte: İbre hızla 'nitelik'e doğru kaymaktadır. Durum böyleyken kendimizi ve kendimizi dönüştürmeye çalıştığımız şeyleri iyi anlamak, iyi yorumlamak zorundayız. Halen değiştirmeye çalıştıklarımız bir parçası olduğumuz/olacağımız dünyanın çoktan peşine düştüğü şeylerse hele.Türk tarımının eksileri artık herkes tarafından biliniyor. AB ile birlikte bu başlık neredeyse gündemde hep asılı kaldı. Peki ya Türk tarımının artıları? Bunun üzerine hiçbir şey söylenmeyen, hatta gerçeklikle ilgisi kurulamayan bir önerme olması normal midir? Bunca güneş ve su kaynağının olduğu bu kara parçasında, küresel devinim içinde, yerel tarımın güçlü yanları olma olasılığını nasıl yok farz ederiz? Yoksa meseleleri uzunca bir süredir hep kıyaslama yolu ile incelemek, bizi yavaş yavaş ezber çözümlerin bağımlısı haline mi getiriyor?Rekabet sorunuDünya Ticaret Örgütü kararları ile birlikte -konvansiyonel ürünlerin ticaretinde mücadelenin kora kor olduğu bu dönemde- varolan altyapı sorunlarımızın hepsini çözmemiz halinde dahi küresel pazarda rekabetçiliğimiz tartışmalıdır. Bu seviyeyi tutturmak için akıl yürütmeyi sürdürelim şüphesiz. Ama şu gerçekleri de bir kez olsun aklımızda çevirelim isterseniz.1. Ekolojik ürünler pazarı inanılmaz bir hızla büyüyor. Niteliğin önem kazanması, sağlık, çevre, entelektüel bilinç ve plastik tatlara karşı oluşan insanca tepki, birinci dünyayı tepesinden aşağıya doğru hızla etkilemekte ve değiştirmektedir. 2. Dünya ekolojik ürünler pazarının yarıya yakını serbest ticaret anlaşmamızın olduğu AB sınırları içindedir. AB halen en büyük organik ürün pazarıdır. AB içindeki Akdenizli üyeler ise birliğin içindeki üretimde söz sahibidirler.3. Avrupa'nın yeni ortak tarım politikaları ekolojik üretimin çevresinde şekilleniyor. Bize artık bir faydası dokunamayacak olan AB tarım destekleri, yerini ekolojik tarım ve kırsal kalkınma desteklerine bırakmıştır. Bu minvalde biz kendimizi pürtelaş modern tarıma adapte etmeye çalışır, işletme sayısını düşürmeye uğraşırken, AB destekleri şartların yerine getirilmesi halinde işletme başına değer ifade etme eksenine doğru yol alıyor.4. Halen ekolojik üretimimiz sertifikalı olması gerekenin çok altında ancak bizim sandığımızın ve AB ortalamasının da çok üzerindedir. Ülkemizde postmodern tarım ve hayvancılık işletmeleri (organik işletmeler) az sayıda olmasına karşın geleneksel tarım işletmeleri oldukça yüksek orandadır. Bu işletmeler doğru politikalarla çok kısa bir süre içerisinde organik sertifikası alacak hale 'dönüştürülebilir'. Böylelikle AB ülkelerinin yaşadığı geçiş dönemi (modern tarım)tamamen devreden çıkarılabilir. Anadolu halen hatırı sayılır güçlü bir ekolojiye sahiptir.5. Ekolojik üretim küçük işletmelerden oluşan emek temelli bir yapıya uygundur. Türkiye'de halen tarımın en büyük sorunu olarak görülen, hakkından gelinmesi gerektiği düşünülen, ve hakkından gelindikten sonra şehirlerde nasıl başa çıkılacağı bilinilmeyen köylülüğe ekolojik tarım çözüm üretmektedir. Sonuçta bu tarım biçimi modern tarıma kıyasla 2-3 kat insan emeğine dönük bir üretim biçimidir. İşsizi bol, kırsal nüfusu yüksek, nüfusunun üçte biri tarımda çalışan Türkiye için yapısal olarak uygundur. Bilindiği gibi tarım işletmelerimizin yüzde doksanına yakını küçük işletmelerden oluşmaktadır.6. Ekolojik tarım gelecek nesillerin bizleri söverek değil saygıyla hatırlamalarını; yaşadığımız dünyanın esiri değil sahibi olmamızı sağlayacak bir yaşam biçeminin parçasıdır. Kürenin en güzel ekolojilerinden birinin hakkını tam vermek, bu ekolojinin insanlarını artık temelleri sarsılmaya başlayan küresel açgözlülük ve akılsızlık düzenine ziyan etmemek için, genel çözüm üretme usullerimizi enikonu bir gözden geçirmeliyiz. Bebek ölümlerini yasaklayamayacağımıza, yahut çözümünü kopya edebileceğimiz bir birinci dünya ülkesi olmadığına göre sorunlarımızı temelinden çözme organlarımızı geliştirmekten başka çaremiz yoktur. Kürenin bu en hararetli döneminde buna cesaret edebilirsek eğer, gelecek nesillerden ihtiyaç duyanları, atalarının gözüpekliği ile övünebilirler. Yoksa hem bu toprakları, hem de insanlarını en hafif tabiri ile çoraklaştıracağız.
Kaan Benli: Araştırmacı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder