25 Kas 2008

Tarımdaki kısır tartışma

Tarımdaki kısır tartışma

12/07/2005

AB Komisyonu, Türkiye'nin 3 Ekim'de başlayacak ve müzakerelere esas oluşturacak çerçeve belgesini onayıp geçti. En dişli iki üyesinin geçen yüzyılın hasadını toplamaktan başka bir şeyle ilgilenmediğini belgelemesinin hemen ertesinde üstelik.

KAAN BENLİ (Arşivi)

AB Komisyonu, Türkiye'nin 3 Ekim'de başlayacak ve müzakerelere esas oluşturacak çerçeve belgesini onayıp geçti. En dişli iki üyesinin geçen yüzyılın hasadını toplamaktan başka bir şeyle ilgilenmediğini belgelemesinin hemen ertesinde üstelik. Referandum sonucunda biz gelişmekte olan dünyalılar gördük ki: Nüfusun azalıp, kuşaklar arası bağın zayıfladığı Avrupa'da insanlar, geçen 10 sene içindeki çılgınca devinimden ürkmüş, umarsız bir eskiye özlem içine düşmüştür. Ömrünün kalanını da aynı refah düzeyinde geçirmek, kürenin geri kalanının aslanın ağzından ekmek kapmaya çalıştığı saatlerde, işi paydos edip -aynı bisiklet yolundan- evine dönmek istemektedir.Bunun için onları kınamanın anlamı yok. Böyle bir 'akyazıdan' kolaylıkla vazgeçmelerini elbette bekleyemeyiz. Ancak bu uykudan entelektüel janrı olan huzursuz, küresel liderleri tarafından bir aralık uyandırılacaklar kuşkusuz. AB'nin teorisyenlerini ve mühendislerini oluşturan aynı ekip, Türkiye gibi bir enerji yumağını da tahmin edilen süre içerisinde birliğin içine yerleştirecektir. Avrupa, dokusunda böyle bir tutku virüsünü her zaman barındırdı. Şu anda ulaştığı refah düzeyini yakalaması da, yüzyıllar boyu kürenin geri kalanını tartaklaması da büsbütün aynı nedendendir. Sözkonusu virüs Anadolu'ya kısmen miras kalmış, kısmen de sirayet etmiş olmalı. Kimi zaman muhalif, bazen hâkim güç olarak, Avrupa ile özdeşleşen yenilenme huzursuzluğunu biz de toplum kişiliğimizde barındırıyoruz. Pek çok kereler dönüşümlere heveslenmemiz bununla çok ilgili. Sonuca ulaştırdıklarımız arzuladığımız ölçüde değil belki ama, üçüncü dünyanın ne dinginliğine, ne mazlumluğuna kapılıp da gitmedik hiç. Tam tersine hep bir şantiye havasında kaldı Türkiye. Ne ki, "Kervan yolda dizilir" asyatik alışkanlığından da bir türlü kurtulamadı. Son dönemde dış nedenler yüzünden harlanmış gibi görünen bir yeni yapısal dönüşüm peşindeyiz. Bu ülkedeki tarımı kökten değiştirmek için kararlı bir kamuoyu oluşmaya başladı. Ultra kapitalist söylemleri şiar edinip, popülist yaklaşımlara bayrak açan modern tarım taraftarlarının sayıları hızla artmakta. Tarımın şu anki yapısını köylülük, köylülüğü ise bir an önce bertaraf etmemiz gereken bir kusur olarak algılamaktalar. Tam karşı tarafta ise kendilerini bu yapının savunucusu olarak bulan, doğaldır ki değişimin şeklinden çok sonuçlarından endişeli bir başka kesim saf tutmakta. Mücadele, AB ve DTÖ projektörlerinin ışığının altında geçecek, maalesef her iki kesim de tribünlere bakmaktan vazgeçemeyeceği için pek verimli olmayacak gibi görünüyor. Konu yahut kurum her ne olursa olsun bu kısırdöngü Türkiye'nin yakasını bırakmıyor. Bir yanda mevcut yapının verimsizliğini tespit eden ve bunu bir an önce 'benchmarking' yaparak değiştirmek isteyen duruma göre rasyonel, liberal, sosyalist, kapitalist v.s olarak kendilerini tanımlayabilen sözde yenilikçiler var -tezleri iyi analiz edilmemiş, bir sonraki adımlara akıl düşürülmemiş, bir retorik çıkıyor karşımıza hep bize 'hadi' diyen- öte yanda ise mevcut yapıdan memnuniyetsiz ancak yenilik isteyenlerin söylemlerinin içindeki boşlukların ayırdına varmaktan da fazlasıyla memnun görünen güya muhafazakârlar. Öyle zıt bir çekişme var ki: bu iki vektör asla bir üçüncüsünü devreye sokamıyor. Şunu itiraf edelim, bu ülkenin yenilikçi insanları, yeni şeyler önermek için kafa patlatmaya gelemiyor. Böyle bir meydan okumanın baskısını hissetmeyen karşı taraf ise kendisine savunacak kaleler bulma zahmetine girmediği için sağlıklı politikalar için gerekli zemin oluşmuyor. Destekler kesilecek mi?Tarımda şu anki sürdürülemez yapıyı ayakta tutmak için çaba ve para sarf etmeye devam edecek miyiz, yoksa AB ve DTÖ rüzgârının zoruyla nüfusun üçte birinin hakkından gelecek, destekleri kesecek miyiz? Sorunun son kertede böyle kupkuru durması bile acıklı. Akıbetleri ve yetenekleri hakkında tartışılan insanlar, sonuç olarak bu ülkenin yoksul (hem de en yoksul) vatandaşları. Şimdiye kadar onlara ne gibi alternatifler sunuldu ki şimdi bu yükten kurtulmanın yollarını arıyoruz? Tarım için yapılan Ar-Ge harcamaları tarım için yapılan toplam transferlerin binde ikisi, AB ortalamasının onda biri yani. Hangi makro projeleri ürettik veya tamamlayabildik kırsala dönük? Hiçbir mücadeleyi göze alamadığımız için ancak ölmeyecek kadar besleyerek şehirlerden ırak tuttuk bu insanları. Şimdi bıçak kemiğe dayandı, nasıl olsa şehirlerden gelen oylarla da iktidar olunabiliyor deyip onları açlığa terk edecek miyiz? Yoksa bu yük rejimin garantisidir deyip bir süre daha taşır gibi yapacak mıyız? Soru böyle de ortaya konabilirdi.Durumun içinden çıkılmaz gibi görünmesi aslında sorun yumağını evirip çevirip ne yapacağımızı bilmememizden. Bir de âdettendir, her şeyi bir kerede kestirmeden çözüp kurtulmak istiyoruz. Ancak söz konusu konu hassas, bir ucundan başlayıp düğümleri çöze çöze ilerleme sabrını, yumağın hacmini azaltmayı gerektiriyor. Devletin içinde bulunduğu şu halde yapacakları sınırlı, yaptıklarının sonuçlarından da memnun değil kimse madem; o halde palyatif kapitalizmin peşinde koşmak yerine, bu durumdan hoşnutsuz tüm vergi mükellefleri (özel sektör) hiç yüksünmeden Tarım A.Ş'nin bir parçası olmayı göze almalı. Tarımdaki insanları azaltmanın gerekliliğini bas bas bağırmak yerine tarımda istihdam ettiğimizi varsaydığımız işsizleri hangi alanlara kaydırmak istediğini açık açık ortaya koymalı, bunlar için kırsal kalkınma projeleri ve stratejik planlar geliştirmelidir. Çiftçiye verilecek desteklerin nereye gideceğinden kuşku duymak bir işe yaramıyor, nereye gitmesi gerektiğine dair yol göstermeli, tarımda ileri ülkelerdeki üretici-sanayici işbirliğini vakit geçirmeden kurmanın üstesinden gelmeliyiz. Örnek aldığımız AB ülkelerinde özel sektör bire bir kırsal yaşamın içinde, kırsaldaki insanın kârlılığına dönük çalışmaların takipçisidir. Bunun nedenleri ve usulleri incelenmeye açıktır. Çözüme dönük kıyaslamalar yapmaya belki de buradan başlanmalı.Böyle bir seferberlik işe yararsa ancak, söz konusu desteklerin adaleti tartışılabilir/tartışılacaktır. Ancak bir an önce şu tahammülsüz, acımasız ve "her şeyin farkındaki neoliberal" tavrımızı terk etmeliyiz. 80'lerden sonra bol bol pompalanan bu "resultante importante (risultato importante)" hali AB ile uyum sürecimizde çok tatsız sonuçlar verecek gibi. Bu durumu Batı ile ilişkilendirmek, Batı'yı bize gösterdiği yüzüyle tanıdığımızı sanmak fena bir miyopluk hali. Bu ülkede Avrupa'dakine eşdeğer bir demiryolu ağı kurmak yerine kamyon şampiyonluğuna ulaşmamızın sürecini unutmamalı, aynı yanılgıya bir kez daha düşmemeliyiz. Kırsalda hakkından gelinen köylülükle şehirlerde baş edemezsiniz. 

Kaan Benli: Araştırmacı yazar


Hiç yorum yok:

İzleyiciler