5 May 2009

İKTİDARIN SEÇİMİ

İKTİDARIN SEÇİMİ

 

Yerel seçimler öncesi iktidar partisinin, erzak ve eşya yardımlarını savunurken ısındığı “devlet baba” rolüne, şimdilerde kendini iyiden iyiye kaptırdığını görüyoruz. Önce kabineden bir bakan, müşfik ve görmüş geçirmiş bir baba edasıyla seçmenleri “maalesef bu Türkiye’nin gerçeği, işlerinizin yolunda gitmesini istiyorsanız iktidar partisi lehinde oy kullanın,” diye telkin etti; ardından bir milletvekili, zorba ve müdanasız bir baba rolüne soyunup “biz Ankara'dan izin vermediğimiz sürece siz burada taş üstüne taş koyamazsınız," diye genel seçimlerde kendini ödüllendiren seçmenlerine uluorta gözdağı verdi. Sırf seçmenlerini tehdit etme cüretini gösteren bir milletvekiline seçildiği yerden ne tepki verileceğini görmek açısından dahi bu yerel seçimler artık oldukça kritik bir önem taşımaktadır: Böylelikle Türkiye’de demokrasi bilincinin hangi noktada olduğunu test etme fırsatı geçti elimize. Daha önceki benzeri örneklerde iyi bir sınav vermiştik. Geçen zamanda demokrasi skalasında ne yöne hareket ettiğimizi bir kez daha ölçme fırsatımız olacak.  

 

Düşünür Murray Bookchin, geleneksel partileri devletlerin çeşitli dönemlerde giyip çıkardıkları elbiseler olarak nitelendirmiştir. Siyasi partiler her ne kadar ideolojik köklere sahip olsalar da, değişime ve yenilenmeye açık olmak durumundadırlar ve devlet sisteminin bütününü örtemez/sahiplenemezler. Buna karşın otokratik eğilimli sistemlerde bir siyasi parti -köhnemesi halinde- kendisini devletin yerine koyabilir, yahut vücudunun bir parçası olarak algılayabilir -örneğin başbakanın son dönemde muhalefeti eleştirirken sık sık referans verdiği eski Sovyetler Birliği’nde parti bir bakıma devletin kendisidir. Bir siyasi partinin devlet olmaya soyunması, öncelikle halktan koparak, kendisini ve devletini değişime kapatması, bir bakıma halkı da tutsak almaya yeltenmesi demektir. Bu nedenle bir iktidar partisinin kendine biçtiği: telkin eden, lafını dinletemediğinde tehdit eden bir “baba” rolüne soyunması tehlikelidir. Bu rolün halk tarafından nasıl yorumlandığı da aynı derecede önemlidir. 

 

Mesele halkın kendisine ultra kapitalist, muhafazakar ve İslamcı bir baba seçip seçmemesi meselesi değildir. Türkiye’de böyle bir babadan hiç hazetmemekle beraber, başka baba figürlerine sıcak bakacak insanlar olabilir. Ancak kendisine fazladan baba istemeyen, seçtiği milletvekiline ise itaat etmesi gereken ayrıcalıklı bir koordinatör sınıfı olarak bakmayan büyük de bir çoğunluk var. Sonuç olarak hepimiz bu temsilcilerin maaşlarını kimden aldıklarını, işverenlerinin kimler olduğunu gayet net biliyoruz. İktidar partisinin seçmenlerinin de önemli bir kısmı kanımızca bu görüştedir. O halde AKP’nin şimdi içine düştüğü açmaz, iktidar sarhoşluğundan başka hangi nedenlerle açıklanabilir?  Neden bu parti genel seçimler öncesinde benimsemediği otokrat rolünü, şimdi yerel seçimlerde kendisine şiar edinmektedir? Neden bu seçimlerde bu kadar dayatmacı bir üslup benimsemektedir?  Bu sorunun cevabı gündelik siyaset denizinde farklı rotalara yüzdürülebilir. AKP’nin iktidarı kaybetmek korkusu denebilir, Türkiye’de kuvvetler dengesindeki bozulma denebilir, küresel krizin bu coğrafyada uç veren tehditleri denebilir, vesaire. Bunlar değişen miktarlarda şüphesiz etkilidirler. Ancak sistemik düşünce açısından bütünü açıklamazlar.

 

Yerel seçimlerin, genel seçimlere oranla iktidarları provoke eden, onları huzursuz eden çok daha önemli bir niteliği vardır. Zira yerel unsurlar, iktidarların sürekli güçlenmek ve etki alanını genişletmek eğilimini bodoslama tehdit eder. Otoritenin çepeçevre sarıp, kapalı sisteme dönüştürmek istediği alanlarda demokrasinin koruduğu, ana akım stratejiler ile kolay kolay aşılamayacak kaleler yaratırlar. Zira iktidarlar yerel seçimlerde yalnız muhalefet partileriyle mücadele etmezler. En az onlar kadar etkili –gitgide daha da çok etkili olacak- daha küçük yerel demokratik inisiyatiflerle de kapışırlar. Sözü edilen yerel unsurlar kimi zaman iktidarları tık nefes bırakabilir.  Sözgelimi, iktidar partisi merkezde ne kadar başarılı PR çalışmaları yaparsa yapsın, başbakan Davos’ta  üst üste kaç tane “one minute” patlatırsa patlatsın, Eskişehir’de yerel seçimlerde partisine bakmaksızın şu anki belediye başkanına oy verecek bir seçmen kitlesi oluşmuştur, ve bunu unla, şekerle, Sergen’le aşmak mümkün olmamaktadır. Şişli’de Sarıgül, her iki kitle partisi tarafından çepeçevre kuşatılmasına karşın o bölgenin seçmeni tarafından koruma altına alınmıştır. Aynı şekilde Dikili, Hopa, Beypazarı belediyeleri yenilikçi, değişimci ve katılımcı belediyecilik hizmetleri ile partiler ötesi bir demokrasi aygıtına dönüşmüşlerdir.  Bunu başarmak için ise kitlesel bir siyasi partinin ideolojisinin ötesinde  yerel çözümler üretmek yoluna gitmişlerdir. Bu durum kuşkusuz kitle partilerinin bütününü, en fazla da iktidar partisini zorlar. Demokrasinin bu biçimi, geleneksel partilerin kolay kolay akıl erdiremeyeceği bir gelecekte beklemektedir.

 

Gerçekte bu noktada siyasi partilerin biçareliği kadar, demokrasinin faziletlerinden de bahsetmek gerekir; zira böylelikle iktidarlara yenilenme, değişme ve uyum sağlama fırsatı verilir. Yerel seçimler, özgüveni olan, demokrasiye gerçekten inanan iktidarlar tarafından bu şekilde okunmalıdır. Zira halkın ihtiyaçları ve öngörüsü yerel seçimlerde nümerik olarak değil, nitelik olarak görülür. Eğer çoğu ilçenin AKP’ye oy verdiği bir bölgede, sözgelimi İç Anadolu’da Göreme beldesinde, seçimi CHP kazanıyorsa eğer, bu Ankara’nın oraya daha az destek  vereceği manasına gelmemeli, tam tersi iktidarın bu bölgeye daha çok önem vermesini, oranın gerçeklerini daha iyi öğrenmesi gerektiğini göstermelidir. Bu mesajı yanlış yorumlamak, öncelikle köhnemek, ardından civar beldelerin de kaybedilmesi demektir. AKP’nin böyle bir yanılgıya düşmeyecek siyasi tecrübede olduğunu sanıyoruz. Belki de –maalesef- seçmenlerini aynı derecede tecrübeli görmüyorlar. Bu Türkiye Cumhuriyeti’nde gelmiş geçmiş bütün iktidar gemilerinin su almaya başladığı noktadır.  

 

 

Hiç yorum yok:

İzleyiciler