6 May 2009

KRİZLE GELEN DEĞİŞİM: DÜNYA BANKASI BAŞKANININ AÇIKLAMALARI

KRİZLE GELEN DEĞİŞİM: DÜNYA BANKASI BAŞKANININ AÇIKLAMALARI

 

Mart ayı içerisinde bir yerel seçim yaşadı Türkiye.  Halkımız, taze tıraşlı, takım elbiseli, kravatlı adaylar arasından yerel yöneticilerini seçip belirledi. Tanıtım broşürlerinde gerek sağ,  gerekse “sol görünümlü sağ” partilerin adaylarının isimlerinin yanında çoklukla işadamı yazması dikkat çekiciydi. Bu açıdan adayların Türkiyelilerin sağlıklı bir örneklemi (bütünü temsil eden gurup) olabileceğini söylemek mümkün değil: Zira bu ülke insanının maalesef en yaygın iştigal alanı: işsizliktir. Önemli bir kısmı çiftçilikle geçinir; kentlerde kapitalizme rehin verilmiş ücretli bir kesim vardır, buna karşın işadamları/işverenler normal olarak küçük yüzdeyi oluştururlar. Bu küçük yüzdenin politikaya duyduğu alaka ise kuşkusuz dikkat çekicidir. Türkiye’de sistemin çarpıklığını, yahut savrulmasını tespit etmek için çok geniş bir analiz yapmaya gerek yoktur aslında. Çoğunluğun sırtını kırsala dayadığı bu ülkede, meclisteki çiftçi sayısına bakmak yeterlidir.  

 

Sokaktaki insanımızı pek “örneklemlemeyen”, hatta yürüyüşü, oturuşu, kalkışı ile dahi büsbütün ona benzemeyen tuzu kuru yönetici adaylarının  seçimlerde en çok sarfettikleri sözcük ise “hizmettir”. Politikaya soyunmalarının tek nedenini, kendilerini biteviye borçlu hissettikleri devletlerine, milletlerine hizmet etmek olarak açıklarlar. Bunun için ailelerine istedikleri kadar zaman ayıramadıklarından yakınırlar ve anladığımız kadarıyla sadece bu sebepten hayatta bir miktar vicdan azabı çekerler. Bize defaatle anlattıkları üzere, hiçbirinin kendi çıkarları ile ilgili bir meselesi yoktur. Adeta kendilerini aşmış insanlardır: var olan sistemin devamını sağlamak, karar verme mekanizmasının içinde bulunmak, bu sayede itibar ve iltimas görmek peşinde filan değildirler. Varsa, yoksa hizmet etmek aşkıyla yanar, tutuşurlar. Ancak böylesi bir fedakarlık yapmak yerine toplumun iyiliği için aileleri ile daha çok vakit geçirmeleri, yahut mesela hayır işleri ile filan halklarına “hizmet” etmeleri daha uygun olabilir. Böylelikle halk belki de demokrasiyi, seçme ve seçilme usullerini aklıselim dahilinde yenilemeyi başarabilir, yönetenleri çiftçilerden, sanatçılardan, işsizlerden seçebilir. Ne de olsa kaynakların sınırlı olduğu bir kapalı sistemde herkes kendi hakkını daha iyi koruyacaktır. Zira üretim ve tüketim adilleşme sürecine girmeden, ne Türkiye’de, ne de yerkürede orta vadede  bir iyileşme görülebilir.  

 

Şu anda tüm dünyayı çepeçevreleyen küresel kriz, bu minvalde olası bir iyileşmenin tetikleyicisi olacak gibi duruyor. Sözgelimi Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun birlikte düzenlediği, bahar toplantılarında bir bakıma yukarıda Türkiye üzerinden modellediğimiz -para gücüne dayalı- yönetme/yönetilme adaletsizliği küresel boyutta ele alınmak durumunda kalındı. Zira iş ezilenler açısından öyle bir noktaya doğru sürüklenmekte ki, mevcut sistemin hamileri bu rüzgarın kendilerini de silip süpürebileceğini ister istemez görüyorlar.

 

Küresel gidişatın en büyük karar vericisi Dünya Bankası ve IMF’deki son gelişmeler açıkça bunu işaret ediyor. Dünya Bankası Başkanı ve eski Amerika Dış İşleri Müsteşarı Robert Zoellick’in Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun birlikte düzenlediği, bahar toplantılarının sonunda yaptığı konuşma en çok bu nedenden dünya basınında oldukça gürültü kopardı. Zoellick krizin bir insani felakete dönüşme ihtimalini tüm dünya halklarına açıkça ifade etmek durumunda kaldı. Başkan, Dünya Bankası ve IMF Geliştirme Komitesindeki 185 üye ülkenin toplantıda  kaynakların ve kurumların gelişmekte olan ülkeler için acilen kullanılması gerektiğini tartıştıkları bilgisini dünya basınıyla paylaştı. Bahar toplantısının hem IMF hem de Dünya Bankası yöneticileri için bu kez oldukça sert geçtiğini tahmin etmek zor değil.    

 

Zoellick, Dünya Bankası ve IMF de temsil gücünde bir değişimin olması gerektiğini söylerken, reformun ilk ayağı olarak Sahra Altı Afrika ülkelerine 25 yeni oy verildiğini  açıkladı. Bu kurumların nasıl çalıştığını bilmeyenler için not düşmek gerekirse, bu kurumları 185 üye ülkenin hissedar olarak yer aldığı bir ortaklık olarak görmek mümkün, ancak ülkeler maddi güçleri oranında bu ortaklıkta söz sahibi durumundalar. Sözgelimi ABD, en çok katkı yapan ülke olarak sözkonusu kurumların kararlarında en etkili gücü oluşturur.  Ancak bu durum küresel demokrasinin işleyişi açısından şüphesiz ciddi sorunlar taşımakta. Başkanın açık yüreklilikle ifade ettiği “milenyum hedeflerinden uzaklaşılmasında”, bize kalırsa bu kurumların şu zamana kadarki işleyişindeki  antidemokratik yapının büyük suçu bulunmakta. Her iki kurum da politik ve ideolojik şemsiyelerin altından çıkabilseydi, küresel demokrasi açısından oldukça önemli mesafe kaydedilirdi. O halde şu anki insani felakete dönüşme riski bertaraf edilir, korku belasına önlem alınmak durumunda kalınmazdı. Kimi köşe yazarlarımızın çapulcu anarşistler olarak nitelendirdiği aktivistleri birde bu gözle görmek lazım. Zira sistemdeki rahatsızlığı/haksızlığı bu bozukluğun büyük felaketlere neden olacağını şimdiye kadar bağıra çağıra tek anlatan onlardı. Şimdi Zoellick’in ifade ettiği değişimin gerekliliğini ise aynı anarşistler yıllardır seslendirdiler.

 

Özetle kriz esnasında yapılan geleneksel bahar toplantısı, bir süredir kürenin her köşesinde gördüğümüz değişimi bir kez daha vurguladı. Uzun vadede birey ya da gurup olarak şu andakinden kötü bir durumda olmamak için bencilce hırsların sınırlanmak durumunda olduğu kibarca itiraf edildi.  Bu zamana kadar söylenenler, söyleyenlerden dolayı hep kulak ardı edilmiş, ütopik, romantik ve akıl dışı bulunmuştu. Bu minvalde şimdi varılan noktayı kuantum fiziğinin babası olan David Bohm’un sözleriyle açıklamak oldukça uygun düşebilir: “Bazı insanlar bütün ihtiyacımız olan sevgi diyordu. Eğer gerçekten evrensel bir sevgi olsaydı şüphesiz her şey yolunda giderdi. Ama galiba ona sahip değiliz biz. O halde işlerin yolunda gitmesi için bir yol bulmak durumundayız.”

 

 kbenli@superonline.com

Hiç yorum yok:

İzleyiciler