6 May 2009

SÜT, ET VE PLAZMA TELEVİZYON



SÜT, ET  VE PLAZMA TELEVİZYON


Başmüzakereci Egemen Bağış, Rekabet Kurumu’nun kuruluşunun 12. Yıldönümü nedeniyle düzenlenen sempozyumda “Dünyada devletçiliğin her aşaması sadece yoksulluğun paylaşılmasını sağlamıştır,” tespitinde bulundu.  Bağış’a göre: “Sosyalizmin ne iPhone’u olmuştur, ne plazma televizyonu, ne de bundan sonra olacaktır”.


Bir bakıma halkımızın da öyle.  Şu ana kadar küçük bir azınlık dışında çoğunluğunun ne plazma televizyonu olmuştur ne de iPhone’u. Aralarından bazılarının ileride olacaktır elbette. Ancak bu gidişle onların dışında kalanlar, şimdi olduğundan da  daha kötü besleneceklerdir.


İktidarın  materyalistik gelişime verdiği önemin farkındayız. Küresel kriz için açılan önlem paketlerinde dahi sözkonusu “plazma televizyon” fetişinin izlerini sürmek mümkün.  Bir gerçek var ki, mevcut iktidar devletçiliği  kötülüklerin anası olarak görmekte büsbütün kararlı.  İçinde bulunduğumuz dönemde gelişmiş ekonomilerin krizle ilgili aldığı önlemlere zerre kadar kulak asmıyor ve küresel krizle mücadelede en keskin liberal söylemi benimsemeyi tercih ediyor.  Almanya’dan, Güney Kore’ye kadar hemen her gelişmiş ekonomi,  devlet eliyle altyapı yatırımlarını arttırmak, krizin etkisini azaltmak için yapısal tedavi yöntemlerini benimsemek yolunu seçerken, Türkiye şu ana kadar sadece vergi indirimleri ile iç tüketimi canlandırmayı krizin ilerideki safhaları için yeterli görüyor. Böylelikle temel ihtiyaçlarla ilintisiz olan tüketime devam edeceğiz, öncelikle stokları eriteceğiz, sonralıkla üretmeye devam edip, yeniden stok biriktireceğiz. O zaman işsizlik olmayacak, plazma televizyonlar ortalıkta cirit atacak.


Peki içinde yaşadığımız küresel kriz esnasında bu tuhaf sarmalın iflas ettiğini görmedik mi  hep beraber? Neden böyle bir kriz yaşanıyor ki dünyada?  Neden Kanada’sı Fransa’sı alt yapı yatırımlarına yöneldiler ve neden en büyük piyasacı ABD, ekonomik krize kontrolsüz tüketimin neden olduğunu ve -gıda başta olmak üzere- yeni istihdam ve üretim alanlarının yaratılması gerektiğini apaçık kabullendi? Gıda fiyatları neden bütün dünyada hala -krizin bütün kavuruculuğuna rağmen- artmaya devam ediyor? Birinci dünyada krizin başından beri bütün arazi fiyatları düşerken, bizim fabrikalar dikmek için feda ettiğimiz tarımsal arazilerin fiyatlarında hiçbir düşüş olmadığının Türkiye farkında mı? Nobel ödüllü iktisatçı Krugman krizden çıkışın tek yolunun kamulaştırma olacağını seslendiriyor bir süredir. Kamulaştırma düşüncesinin en altında yatan temel korku nedir peki? Bunları şu anda kulak ardı ediyoruz. Zira biz nüfusunun halen üçte biri kırsalda yaşayan ve tarımdan geçinen bir toplum olarak plazma televizyon ekonomisine odaklanmış durumdayız. Bu krizi bizi ele geçiren sanal ekonominin arızalarının tamir edilmesi süreci olarak görmek niyetinde değiliz.  Ne de olsa biz Türkiye’yiz, büyük düşünmek durumundayız.


Biz Türkiye olarak böyle büyük düşünmeye devam ede duralım, Bursa’da hasta hayvanların leşlerini, gömüldükleri yerlerden çıkartıp kasap ve yemek fabrikalarına satan bir çete yakalandı geçenlerde.  İddiaya göre, bu çete telef olan maymun etlerini bile piyasaya sürüyormuş.  Nüfusunun üçte biri tarımdan geçinmesine rağmen, Avrupa’nın hayvansal protein tüketimi en düşük olan ülkesinde böyle bir haber tüyler ürperticidir -  özellikle Avrupa’nın en pahalı etinin Türkiye’de satıldığını bilirken. Neticede çocukların zeka gelişimine direk etkisi olan bu gıda maddesine halkımızın en az plazma televizyon kadar  ilgisi vardır maalesef. Ancak onu satın alamıyor.  Hatta sanal bir ekonomi içinde yok olup gitmek yerine, topraktan geçinmek için canını dişine takan çiftçimizin, üretim maliyetinden daha az bir fiyata sattığı süt ve süt ürünlerini de satın alamıyor. Büyük düşünmeye devam edelim ancak, büyüğünü geçiniz düşünmek için dahi proteine ihtiyacımız var. Neden bu fiyatlar bu halde, neden bu yüzyılda en temel ihtiyaç maddelerini tüketmeye bu coğrafyanın insanının gücü yetmiyor?


Ne yazık ki üreticinin durumuna akıl düşürmeden bu sorunun cevabını vermek mümkün değil: Türkiye’de et ve süt pahalı, talep olmasına karşın yeterince de tüketilemiyor, çünkü üretici devlet desteklerinin yetersizliğinden dolayı eti ve sütü birinci dünyaya kıyasla çok pahalıya malediyor.  Tarlasını ekemiyor, hayvanlarını besleyemiyor, üretimini ekonomik olarak olanaklı kılamıyor. Ne kendisini geçindirebiliyor, ne halkını doyurabiliyor. Damızlık hayvanlarını kasaba göndermek zorunda kalacağı güne kadar zarar etmeye devam edip, en sonunda işsizler ordusuna katılıyor.  Bu sektörün sorunları o kadar yapısal ve bu ülkenin insanları için o kadar önemli ki, krizle filan ilişkilendirmek bile komik kaçıyor aslında.  Türkiye küresel krizin çok öncesinden beri gıda üretimi ile ilgili sorunları yaşaya geliyor.


Kısaca hayvancılık sektörünü iyileştirmeden, tarımı yattığı yerden kaldırmadan, bu ülkenin çocuklarının AB ülkelerindeki çocuklar kadar et yemesi, süt içmesi mümkün değil.  Bunu sağlamak için (onlarla aynı teknolojik aletleri kullanmasak da, aynı derecede beslenebilmek için)  bu ülkelerin  kendi gıda üreticilerine verdikleri desteğin aynısından bizim de üreticilerimize vermek yükümlülüğümüz var. Bunu sağlamak yerine AB’ye uyacağız bahanesiyle hiçbir zorunluluk yokken yoğurdun içindeki süt oranının düşürülmesini filan öncelliyoruz. Artık bir takım sanayicinin kar hırslarını tatmin etme telaşından kurtulup sektörün esas sahibi üreticinin ayakta kalmasını sağlamanın yollarını bulmalıyız. Tarımı ve hayvancılığı belleğimizde farklı bir yere oturtmak, bu topraklarda yaşayan insanları doğru düzgün beslemek zorundayız. Zira böylesi bir devletçilikten kaçınmaya devam edersek, genç nesillerimizin aklı fikri plazma televizyonlarda ve onların içinden fırlayan budalalık emaresi programlarda olacak, ve  bunun devletçilikle yahut pazar ekonomisi ile filan bir alakası olmayacak.  


Bu halde birkaç gün önce Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından -krizden bağımsız olarak- Başbakanlığa gönderilen Hayvancılığın Desteklenmesi Kararnamesi Taslağı çok çok önemli. İktidarın can çekişen bu sektöre son kertede nasıl yaklaştığını tespit etme fırsatımız var şimdi. Bu taslağa göre, süt fiyatlarının dengelenmesini sağlamak üzere müdahale alımları için bütçeden bir kaynak ayrılması isteniyor. Bu taslağın kararnameye dönüşmesi ve organizasyon beceriksizliğine kurban edilmeden ciddiyetle uygulanması halinde üreticilerin sorunlarının en azından bir kısmı çözülecek.   Böylelikle küresel kriz dahilinde –tesadüfen- biz de Türkiye olarak ilk kez yapısal bir iyileştirme için adım atmış olacağız. Umarız bu plan gerçekleşir ve ardından da devamı gelir. Aksi takdirde Çinlilerin pek sevdiğimiz kriz/fırsat ikizini bir kez daha ıskalamış oluruz. Sorun yok: Bunu da çabuk unuturuz.


KAAN BENLİ
kbenli@superonline.com












Hiç yorum yok:

İzleyiciler