29 Eyl 2009

AYRICALIĞIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

AYRICALIKLI OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

TBMM’nin yeni başkanı Mehmet Ali Şahin adını efsane Meclis Başkanlarının arasına yazdırmaya kararlı görünüyor. Gazetelerin manşetlerinden öğrendiğimize göre: bakanlara verilen özel plakaların milletvekillerine de sağlanması için çalışma başlatmış. Böylelikle vekillere gittikleri yerlerin girişlerinde ve geçişlerde kolaylık sağlanacak, araçlarının yolu kesilmeyecek, emniyet mensupları yahut askerler tarafından durdurulmaları önlenerek milletvekillerinin saygınlığına uygun düşmeyen tartışmaların yaşanmasının önüne geçilecekmiş. İyi ama neden? Kimin vekilleri ki bu insanlar? Meclis’te kendilerine oy veren bir gurup insanı temsil etmekten başka ne gibi özellikleri var? Bunlar bir ayrı sınıf filan mı oldular seçilince yani? Neden diğer vatandaşlar gibi yolları kesilmesin, envai çeşit karın ağrısıyla uğraşmak durumunda kalmasınlar? Tam tersine vatandaşın yaşadığı her sorunu, sıkıntıyı aynı şekilde, hatta daha da keskin yaşayacaklar ki, temsil ettikleri insanların hayatlarında neler olup bittiğini ta içlerinde hissedecekler. Ezilecekler, öfkelenecekler, gururları incinecek ki rehavete kapılmadan sorunları çözmek için mücadele edebilecekler. “Hizmet aşkı” martavalına inanmamız için başka çare yok: Onlar da bizim gibi yaşamak durumundalar. Öyle ayrıcalıklı plakalarla dolaşan vekillerden bir fayda gelmez seçmenlerine, o plakayı taktıkları andan itibaren başka bir dünyanın insanı olurlar.

Türkiye’de imtiyaz sahibi olmak hastalığının kuşkusuz çok geçerli tarihsel, sosyo- ekonomik, neredeyse kültürel nedenleri var. O kadar baskın bir milli karakteristik ki, toplumsal hayatın hemen her alanında farkedilebiliyor. Bu meyanda kuşkusuz yaşanan bütün çatışmaların altında da ayrıcalıklı olma arzusunun izlerini bulabiliriz. Burada ilginç olan, bireyin ayrıcalık dürtüsünün toplumsal hiyerarşiye olan eğinikliği. Bahsettiğimiz toplumsal hiyerarşi, kapitalizmin 6 katlı meşhur piramidiyle ne kadar ilişkilidir bilinmez. Türkiye’de 80’lerden beri bir sessiz mutabakat var. İnsanlarımız kendisinden çok parası olduğuna inandıklarının, kendilerine kıyasla daha ayrıcalıklı olmaları ile ilgili hiçbir sıkıntı, usanç yaşamıyor. Öte yandan, varsıllık üzerinden belirlenen katmanlar arasındaki ayrıcalıklarla hiçbir meselesi olmayan aynı insanlar, kendi sınıfları içerisinde müthiş bir imtiyaz edinme mücadelesi içinde. Yakınlarda bir spor kulübü başkanı ile bir iş adamının kavgası süsledi manşetleri. Bu iki insan tesadüfen karşılaştıkları bir düğünde birbirlerine sinirlenip korumalarını dövüştürmüşler (kendilerinin bizzat dövüşmesini avam bulmuş olmalılar). Neden bir düğüne yanlarında korumaları ile gittikleri, hatta büsbütün neden korumaları olduğu bilinmez. Halkın büyük ilgisine maruz kalıp, rock yıldızları gibi elbiselerinin paramparça edileceğinden mi korkuyorlardı acaba?

Neden bizim ülkemizde maddi yönden biraz palazlanan herkesin korumaya ihtiyacı oluyor? Bu ülkenin insanları lüks içinde yaşayanlara karşı bir hınç, bir çekememezlik içinde midir? Gelir dağılımının bunca perişan olduğu, çok az bir kesimin refah içinde yaşadığı bu ülkede, aslında hem metropollerde hem de taşrada tam tersi bir görüntü var. Trafikte hem daha çok yer, hem daha çok enerji tüketen lüks otomobiller fütursuzca, çalım içinde yol almaktalar. Daracık sokaklarda diğerleri için apaçık sorun teşkil etmelerine karşın, bunlara karşı yöneltilen en ufak bir ayıplama, yahut memnuniyetsizlik yok. Sahillerin herkese açık olması gereken kısımları, varsıl sitelerin yahut bin yıldızlı otellerin güvenlik elemanlarının kontrolünde ancak bir kesimin kullanımına sunuluyor. O sahillerin kullanım hakkına en az sitenin yahut otelin içindekiler kadar hakkı olan vatandaşların bununla ilgili bir derdi yok. Aynı şekilde içeridekiler de imtiyazlı durumlarından bir mahcubiyet duymuyorlar. Gerek özel sektörde, gerek devlet dairelerinde, sanki kazançtaki farklılık yetmezmiş gibi, iş saatleri dışında da kurum imkanlarından faydalanma noktasında bir ayrıcalık sürüp gidiyor. İşin tuhafı herkes bu durumla barışık, bunu normal kabul ediyor. Kısacası, çanta taşıtmaya da, taşımaya da hevesli insanların yaşadığı bir ülke Türkiye: iktidar kutsanıyor, ayrıcalıklı olmak başarı ölçüsü olarak algılanıyor. Ayrıcalıklı olanlar ise adalet duygusunu, mütevazilik faziletini filan sallamıyor.

Böyle bir toplum içinde elbette kimsenin meselesi sağlıklı ilişkilenme, karmalaşma (sibernatik) olamaz. Zira öncelikle maddiyat üzerinden bir ayrışma söz konusu, ve ekonomizm toplum tarafından öyle ya da böyle kabul görmüş/gördürülmüş durumda. Bu halde insanların bir arada yaşamalarına yardım edecek; giderek onları mutabakat içinde yaşamayı bilerek ve severek seçecek insanlar topluluğuna dönüştürecek bir motivasyondan söz etmek neredeyse imkansız. Türkiye’nin bir türlü tamamlanamayan toplumsal dönüşüm ve alaşım süreci olasılıkla ayrıcalıklı kalmak, yahut ayrıcalık kazanmak arzusundan kimsenin vazgeçememesi ile ilintili. Bireylerde ayrıcalığı bütünüyle reddetme, gerekirse bunun için kendi ayrıcalığını feda etme hasleti olmadığı sürece bunun değişmesi de pek kolay görülmüyor. Zira bahsettiğimiz ayrıcalık tutkusu aslında muhafazakarlığın tanımına tam cuk oturuyor. Değişim henüz iç dinamiklerinden filizlenmiyor Türkiye’nin, zira bunun için elini taşın altına sokacak, yahut varoluşunu bununla özdeşleştirebilecek çok fazla birey yok. İnsanlar hala mevcudiyetlerini diğerlerine kıyasla edinebilecekleri imtiyaz üzerinden açıklıyorlar. Ast üst ilişkilerinin en acımasız ve kemikleşmiş şekilde yaşandığı ülkelerden biriyiz ve bu nedenden pek fazla hır gür çıkmıyor. Sosyal hayat içerisinde sürekli kasıntı, burnundan kıl aldırmayan tiplerle karşılaşıyor, sürekli onlara hiç nedensiz ayrıcalık sağlandığına şahitlik ediyoruz. Zira bu kişilere beklentisi içine girdikleri imtiyazı sağlayanlar bu imtiyazın kendisi ile, imtiyaz kelimesinin anlamı ile ilgili bir sorun yaşamıyor, bunu neredeyse hiç sorgulamıyorlar. Kendi partisinin bile mecburen aday gösterdiği, seçmenlerini apaçık istismar ettiği belli yerel yöneticiler -bu halde seçmenleri değil hayranları tarafından- yeniden seçilebiliyorlar. Devleti soyduğu ortaya çıkan iş adamları memleketleri olan ilçelerde alkışlarla karşılanabiliyorlar. Kısacası içine sindiren bir toplum Türkiye, maalesef Güney Amerika ülkeleri gibi halihazırdaki durumu içine sindiremeyen ayrıcalıklılara ihtiyaç duyuyor. Belki kendisine kırmızı plaka verilmek istenen vekillerden bazıları böyle bir role soyunur. Bu plakaları ellerinin tersiyle iterler. Böylesi şovlara öyle çok ihtiyacımız var ki.

kbenli@superonline.com

Hiç yorum yok:

İzleyiciler