29 Eyl 2009

G8 VE KARŞISI

G8 ve Karşısı

“Yoksul ülkelere yardım etmek zengin ülkelerin ahlaki sorumluluğudur.”

Barrack Obama’nın geçen ay içerisinde G8 zirvesinde söylediği bu sözler, bir bakıma zirvenin ruhunu ifade eder nitelikteydi. En zengin 8 devletin, neredeyse yarısı açlık sınırının altında yaşayan yoksul dünyaya verdiği mesaj şimdilik bundan ibaret: “Ahlaki sorumluluklarımızın gereği sizlere yardım edeceğiz”, (bunu yapmak zorunda değiliz). Palavralarından ayıklandığında elimizde kalan, hep kendini tekrar eden o kibirli söylem. Bu halde önümüzdeki günlerde ekonomik ve ekolojik temelli kamplaşmanın biraz daha hız kazanacağından kuşku yok. Bundan sonraki G20 ve G5 zirvelerini artık bu gözle izlememiz lazım. Zirvenin sonunda ev sahibi Berluconi’nin, nereden icap ettiğini tam açıklamadığı bir G14 yapılaşması fikrini ortaya atması da oldukça dikkat çekici. G’ler arasındaki tansiyonu düşürmek amacı taşıdığından kuşkulanılabilir.

Her sene etkisi ve inandırıcılığı azalmasına karşın, her sene daha da bir öfkeyle protesto edilen G8 zirvesi, bu sene Italya’nın L’Aquila şehrinde “kutlandı”. Bu seneki toplantının daha öncekilere kıyasla daha çok ilgi çekmesi, G8’in makus talihini yenmesi ile ilgili değildi. Bu seneki toplantıya magazin-politik varyeteleri malum Berlusconi’nin ev sahibi olması da bir bakıma ilginç bir tesadüftü. Bütün zirve, üye ülkelerinin liderlerinin fotoğraf karelerine düşen eğlenceli enstantaneleri eşliğinde gerçekleşti. Bu durumu liderlerin daha önceki zirvelere katılanlara kıyasla daha matrak tipler olmalarıyla açıklamak mümkün elbette. Ancak bundan çok zirveyi izleyen medyanın zirveye bakışındaki belirgin farklılığın altını çizmek lazım. G8 üyesi ülkelerin liderleri, artık ülkelerinin insanlarının samimi tercihlerini temsil etmiyorlar. Vatandaşlık kavramının tüketicilik ile yer değiştirdiği bu dönemde, belki de onları bundan böyle sadece ülkelerinin karakterlerini yansıtan birer maskot gibi görmeliyiz. Yahut onları tamamen kontrolden çıkmış turbo kapitalizmin sevimsiz ve acımasız politikalarını, dünya halklarına yutturmaya çalışan sevimli şovmenler olarak kabullenmeliyiz.

Zirvenin hemen başında ifade edilen “Küresel ekonomiyi yeniden, eskiden olduğu gibi kalıcı ve sürdürülebilir bir büyümeye yönlendirecek yolları bulmamız lazım” temennisi bu açıdan oldukça dikkat çekiciydi. Kaynakların sınırlı/bitimli olduğu bir dünyada nasıl berdevam bir büyümeyi hedefleyebilirsiniz? Halihazırdaki büyüklüğün halen yaşayan insan nüfusunun ihtiyaçlarını karşılayabileceğini, esas problemin paylaşımda olduğunu bal gibi bilirken neden hala büyümeyi önceleyeceksiniz?

Ne yazık ki G8 zirvelerinin esas meselesi, bir çeşit sistem cilası yapmaktan başkası değil. Şimdiye kadar bu zirvelerde küresel yoksulluk ve küresel sorunlara dair alınan hiçbir karar doğru düzgün uygulanamadı. Her sene özenle promosyonu yapılmasına karşın, işin doğrusu G8 liderleri, ne küresel ısınmaya, ne Afrika’daki açların doyurulmasına, ne de küresel sağlık sorunlarına çözüm bulmaya filan kafa patlatılıyor. Bu zirvelerde asıl amaç, herkesin ağzına bir parmak bal çalıp, sistemin bekasını nasıl sağlarızı inceden analiz etmek. İşte “ahlaki sorumluluk” duyguları ülkelerinin politikacılarının üstünde olan aktivist/anarşist guruplar asıl bunu bir türlü içlerine sindiremiyorlar. Her sene televizyonda güvenlik güçleri ile çatışıp helak olan bu gençlerin temel meselesini iyi anlamakta fayda var. Onlar dev şirketlerin bilançoları dışında herkese zarar veren bu sistemin kapıkullarına fena halde kızıyorlar.

1960’larda gelişmiş ülkelerin yoksul ülkelere yaptıkları yardım ulusal gelirlerinin % 0.5 i civarındaydı. Bu oran turbo kapitalizme geçilmesiyle birlikte sürekli azalarak % 0.3 seviyelerine düştü. Anti G8 oluşumların hız kazanması, 2001’de Genova’da bir göstericinin ölümüyle biten çatışmalara kadar yol alınması, bu kötüleşmenin seyriyle de yakından alakalıdır. 2005 Temmuz’unda İskoçya’da yapılan Gleneagles Zirvesi bu açıdan son kırılma noktasını oluşturur. İngiltere’nin ev sahipliğini yaptığı o zirveye, yeni solun temsilcisi Tony Blair damgasını vurmuştu. Çok bir konuda mutabakata varılamamasına karşın o zirve, sol kesimde zamanla Blair’in güvenilirliğini tamamen yitirmesine yol açacak lafazanlığı sayesinde, yoksul ülkeler açısından bir milat gibi sunulmuştu. Gleneagles’da söylenen 2010 yılına kadar yoksul ülkelere 50 milyar dolar yardım yapılacağıydı. İngiltere ile yakın ilişkileri olan Afrikalı liderler ve gene Blair’in pek iyi anlaştığı stadyum müzisyenleri sayesinde bu rakam küresel yoksulluğa karşı yapılan tarihi bir taahhüt olarak kabul edildi. Şimdi 2009 zirvesinde tespit edilen şeylerden biri, bu söylenenlerin hiçbirinin yapılmadığı: G8 ülkeleri kendi taahhütleri olan rakamın sadece üçte birini ödemişler, üstelik geçen süre zarfında İtalya, Fransa gibi ülkeler yoksul ülkelere yardımlarının milli gelirlerine oranını düşürmeye devam etmişler.

2009 zirvesinin sonunda söylenenler, bu bilgi dahilinde aslında pek bir önem taşımıyor. Ancak gene de ne olup bittiğine bir göz atmakta fayda var. Kuzey Kore ve İran’ın ölümcül nükleer denemeleri ve krizin geçmeye başladığı palavralarını bir yana bırakırsak, genel hatları itibarı ile 2 ana konu zirvede neticelendi. Küresel ısınmayla ilgili 2050 yılına kadar 2 derecenin üzerine çıkılmayacağı, karbon salınımlarının % 80 oranında azaltılacağı söyleniyor ki, bunu ne ölçüde gerçekleşeceğini önümüzdeki birkaç yıl içinde tespit edebileceğiz. Bu konuda son dönemde zaten epey yol alındığı için G8’de konuşulanlar aslında sadece teyit değeri taşımakta, ancak huzur verici şüphesiz, kararlılığı gösteriyor. Bundan başka yoksul ülkelerdeki gıda arzını artırmaya yönelik programlara 20 milyar dolar yardım taahhüdünde bulunuldu, ve fakat aslında bu da bambaşka bir tartışma konusu. Zira bu kez yardımın gıda yardımı olarak değil, gıda güvenliğini sağlamaya dönük projelere destek olarak verilmesi öngörüldü. Bu karar her ne kadar ilk bakışta depolarda kurtlanan gıdaların kolay yoldan “ahlaki sorumluluk gereğine” dönüştürülmesinin önüne geçmek açısından olumlu görülse de, bu mega projelerde hangi “küresel kuruluşlarının” nasıl yeralacağı, bu organizasyonların nasıl kotarılacağı konusu daha öncelerde olduğu gibi bulanık. Bu zamana kadar G8 ülkelerinin söz sahibi olduğu kuruluşların yönettiği mega projelerinin akıbetini biliyoruz. Sözgelimi, ne Dünya Bankası’nın, ne de IMF’in ekonomik programları artık kimseye çok da inandırıcı gelmiyor.

Sonuçta 3 ay önce feci bir depremin yaşandığı L`Aquila’da olan biten G8 karşıtlarını turbo kapitalizme karşı biraz daha bileylemekten başka çok bir işe yaramadı. Deprem bahane edilerek zirve çok daha kolay korunan bir alanda yapıldı ve gösteriler bu numarayla olabildiğince engellendi. Bütün bunlara rağmen aktivist gençler ellerinden geldiğince seslerini duyurmaya çalıştılar. G8 toplantılarının artık en büyük işlevi bu gibi görünüyor. Her toplantıda bir kesim inandırıcılığını biraz daha yitiriyor, bir diğeri ise sesini biraz daha duyuruyor. Umarız bu toplantılar bazı G8 ülke liderlerinin zirvede dile getirdiği gibi seyreltilmez. Böylelikle bir bakıma kimin doğruyu söylediğini zamanla daha iyi anlarız.

kbenli@superonline.com

Hiç yorum yok:

İzleyiciler